O tarakta bezi olmamak: Bir şeyle hiçbir ilişkisi olmamak.
- Ocağı kör kalmak: Soyunu devam ettirecek bir çocuğun olmaması, soyunun tükenmiş olması.
- Ocağına düşmek: Birine sığınıp ondan yardım ve korunma istemek.
- Ocağına incir dikmek: Birinin yuvasını ya da düzenini bozmak; onu geri dönülmez bir duruma sokmak.
- Ocağını söndürmek: Ailenin dağılmasına neden olmak.
- Oflayıp puflamak: Sıkıntı veya rahatsızlığını belirgin bir şekilde ifade etmek.
- Oh çekmek: Başkasının kötü bir durumda bulunmasına sevinmek.
- Oğul balı: Çocukların ailelerine katkı sağlayan gelir.
- Ok yaydan çıkmak: Belli bir aşamadan sonra olayları akışına bırakmak.
- Okka çekmek: Ağırlık olarak hacminden daha fazla olması.
- Okkalı kahve: Bol miktarda kahve ile hazırlanan büyük fincan kahve.
- Okkalı küfür: Ağır ve sert bir küfür.
- Okkanın altına girmek: Haksız yere eziyete uğramak ya da zarar görmek.
- Oldu bittiye getirmek: Bir durumu aceleye getirip emrivaki yapmak.
- Olmayacak duaya amin demek: Sonuç vermeyecek boş işlerle uğraşmak.
- Oluruna bırakmak: Olayları kendi haline bırakıp sonuçlarına razı olmak.
- Omuz omuza: Dayanışma içinde, birbirine destek olarak birlikte hareket etmek.
- Omuz silkmek: Bir şeye ilgi göstermemek, önemsememek.
- Omuz vermek: Birine destek sağlamak.
- On ikiden vurmak: Büyük bir başarıya ulaşmak veya tam isabet etmek.
- On paralık etmek: Birini sözle veya davranışlarla küçük düşürmek.
- On parmağında on kara: Başkalarına iftira atma alışkanlığı olan biri.
- On parmağında on marifet: Çok yetenekli ve becerikli bir kişi.
- Onuruna dokunmak: Birinin haysiyetine ya da itibarına zarar vermek.
- Orman kanunu: Zorbalıkla işlerin yürütüldüğü bir durumu ifade eder.
- Orta direk: Dar gelirli insanların oluşturduğu topluluk, orta sınıf.
- Orta hâlli: Maddi olarak ne zengin ne de fakir olan bir kişi.
- Orta malı: Herkesin yararlanabileceği, ortak kullanıma açık mal.
- Ortada kalmak: Ne bir yer ne de bir yurt bulamamak.
- Ortadan kalkmak: Yok olmak, görünmez bir hale gelmek.
- Ortadan kaybolmak: Görünmez hale gelmek, aniden kaybolmak.
- Ortalığı birbirine katmak: Kargaşa yaratmak, durumu karıştırmak.
- Ortalığı curcunaya vermek: Ortalığı gürültüyle doldurmak.
- Ortasını bulmak: İki taraf arasında uzlaştırıcı bir çözüm bulmak.
- Ortaya dökmek: Gizli kalan bilgileri açığa çıkarmak.
- Ot yoldurmak: Birine zor bir iş yaptırmak, onu sıkıntıya sokmak.
- Oyun bozanlık etmek: Başlangıçta birlikte yapılan bir işten ayrılmak, mızıkçılık yapmak.
- Oyun etmek: Birini aldatıp tuzağa düşürmek.
- Oyuna gelmek: Aldatılmak, kandırılmak.
- Oyuna getirmek: Birini tuzağa düşürmek.
- Ödü kopmak: Çok korkmak.
- Ödü patlamak: Bir durumdan aşırı derecede korkmak.
- Ödün vermek: Bazı haklardan taviz vererek esneklik göstermek.
- Öküz altında buzağı aramak: Olmayan şeylere bahane bulmaya çalışmak.
- Öküz öldü, ortaklık bozuldu: Menfaat bağıyla bağlı olanların bu bağın sona ermesiyle ilişkilerinin bitmesi.
- Öküz trene bakar gibi bakmak: Aptalca ve anlamadan bakmak.
- Ölçüyü kaçırmak: Bir konuda aşırılığa kaçmak.
- Ölme eşeğim ölme: Umutsuz ve boşuna bekleyiş içinde olmak.
- Ölmek var, dönmek yok: Sonuç ne olursa olsun bir şeyden vazgeçmemek.
- Ölü fiyatına: Gerçek değerinin çok altında bir fiyat.
- Ölü mevsim: Bir işin en az olduğu veya hiç yapılmadığı dönem.
- Ölüm döşeğinde: Ağır hasta olan, ölümle burun buruna gelen kişi.
- Ölümle burun buruna gelmek: Ölüm riski taşıyan tehlikeli bir durumla karşılaşmak.
- Ölümü göze almak: Cesur davranarak risk almak, her duruma hazırlıklı olmak.
- Ölümüne susamak: Çok tehlikeli bir işte kaygısızca hareket etmek.
- Ölüp ölüp dirilmek: Büyük bir hastalıktan veya sıkıntıdan zar zor kurtulmak.
- Ömrü billah: Sonsuza kadar, hiç bir zaman.
- Ömrüne bereket: Uzun ve sağlıklı bir ömür dilemek.
- Ömür çürütmek: Bir işe uzun süre emek harcamış olmak.
- Ömür sürmek: İyi ve rahat koşullar altında hayatını devam ettirmek.
- Ömür törpüsü: Bıktırıcı, rahatsız edici bir kişi.
- Ön ayak olmak: Bir işte yol gösterici, rehberlik eden kişi olmak.
- Önüne bir kemik atmak: Küçük bir çıkar karşılığı birini susturmak.
- Önünü ardını düşünmemek: Olayların sonuçlarını yeterince değerlendirmemek.
- Önünü kesmek: Birinin ilerlemesine engel olmak.
- Öpüp başına koymak: Bir şeyi seve seve kabullenmek.
- Örtbas etmek: Bilinmesini istemediği bir durumu gizlemek.
- Örümcek kafalı: Yenilikleri kabul etmeyen, değişime kapalı kişi.
- Ötesi çıkmaz sokak: Takip edilen yolun yanlış olduğu ve çıkış yolu bulunmadığını ifade eder.
- Özenip bezenmek: Titiz ve ayrıntılı bir şekilde bir şeyi ele almak.
- Özrü kabahatinden büyük: Yanlışından dolayı özür dileyen kişinin özrünün kendisinden daha büyük bir hata içermesi.
- Özü sözü bir: Söyledikleri ile yaptıkları arasında çelişki olmayan kimse.
- Özür dilemek: Yapılan bir yanlış nedeniyle affedilmeyi beklemek.
- Pabucu dama atılmak: Başkası tarafından daha fazla sevilip, değer kaybetmek ve artık eski ilgi görmemek.
- Pabucunu ters giydirmek: Birini zor durumda bırakarak onu telaşlandırmak.
- Pabuç bırakmamak: Korkusuzca, kararlaştırdığı bir şeyi başkalarının tehditlerine rağmen sürdürmek.
- Pabuç pahalı: Yapılması düşünülen işin riskli olduğunu belirtmek için kullanılır.
- Paçaları sıvamak: Bir işe girişmek için hazırlıklara başlamak.
- Paçası düşük: Giyim kuşamına fazla önem vermeyen kimse.
- Paçayı kaptırmak: İstediği halde bir şeyden kurtulamamak, yakalanmak.
- Paçayı kurtarmak: Tehlikeli bir durumdan ya da işten sıyrılmak.
- Paçavrasını çıkarmak: Birini fena halde hırpalayıp, ona acı vermek.
- Paha biçilmez: Son derece değerli, parayla ölçülemeyen.
- Pahalıya mal olmak: Bir şeyin büyük çaba ve fedakarlık gerektirmesi.
- Palas pandıras: Aceleyle, hazırlanmadan çıkmak.
- Palavra atmak: Söylenenleri abartarak yalan söylemek.
- Pamuk ipliği ile bağlamak: Geçici, etkisiz bir çözüm bulmak.
- Paniğe kapılmak: Gereğinden fazla telaş ve endişe duymak.
- Papara yemek: Çok fazla azar işitmek ya da eleştirilmek.
- Para babası: Çok zengin, büyük miktarda parası olan kimse.
- Para canlısı: Paraya aşırı düşkün, parayı her şeyin önünde tutan.
- Para dökmek: Bir şey için büyük miktarda para harcamak.
- Para etmemek: Gerçek değerinin altında satılmak.
- Para gözlü: Paraya düşkün, sadece çıkar peşinde koşan kişi.
- Para kesmek: Büyük miktarda para kazanmak.
- Para sızdırmak: Birini kandırarak ya da zorla ondan para almak.
- Para tutmak: Gereksiz harcamalardan kaçınarak biriktirmek.
- Para vurmak: Yasa dışı yollarla zenginleşmek.
- Para yemek: Gereksiz yere çok harcama yapmak ya da rüşvet almak.
- Parasını sokağa atmak: Kâr getirmeyecek bir işe para yatırmak.
- Paraya çevirmek: Elindeki malı paraya dönüştürmek.
- Paraya kıymak: Gerektiğinde para harcamaktan çekinmemek.
- Paraya para dememek: Para harcamaktan kaçınmamak, bolca harcamak.
- Parazit yapmak: Alakasız sözlerle konuşmayı kesmek.
- Parmağı ağzında kalmak: Hayrete düşüp kalmak.
- Parmağına dolamak: Her fırsatta bir konuyu gündeme getirmek.
- Parmağında oynatmak: Birine istediğini yaptırmak, onu kontrol etmek.
- Parmağını bile oynatmamak: Bir şeyden kayıtsız kalmak.
- Parmak basmak: Bir noktaya dikkat çekmek için ısrar etmek.
- Parmak hesabı: Heceleri sayarak ölçme yapmak.
- Parmak ısırmak: Karşılaşılan bir duruma hayret etmek.
- Parmak kadar: Oldukça küçük olan.
- Parmakla gösterilmek: Seçkin, nadir bulunan biri olmak.
- Parmakla sayılmak: Çok az sayıda olmak.
- Parmaklarını yemek: Bir yemeğin çok lezzetli olduğunu ifade etmek.
- Parsayı başkası toplamak: Emeği başka birinin alması durumu.
- Pas geçmek: Bir konuya fazla girmemek, vazgeçmek.
- Pas vermek: Birine ilgi göstermek.
- Pasaportunu vermek: Birinin işine son vermek.
- Pastırma yazı: Sonbaharın sıcak günleri.
- Pat diye: Aniden, beklenmedik bir anda.
- Patırtı çıkarmak: Kargaşa yaratmak, gürültü çıkarmak.
- Patlak vermek: Hoş karşılanmayan bir durumun aniden ortaya çıkması.
- Paye vermek: Birine değer verip saygı göstermek.
- Payını almak: Bir nedenden dolayı eleştirilmek.
- Payidar olmak: Yaşamak ve yok olmamak.
- Perde arkası: Bir olayın görünmeyen, gizli yönleri.
- Perdesi yırtık: Utanmaz, saygısız kimse.
- Pergelleri açmak: Uzun adımlarla yürümeye başlamak.
- Pervane olmak: Birinin etrafında sürekli dönmek, ayrılmamak.
- Pes etmek: Yenilgiyi kabullenmek.
- Pestili çıkmak: Aşırı yorulmak.
- Peşine takılmak: Birinin ardında gitmek.
- Peşini bırakmamak: Bir şeyden asla vazgeçmemek.
- Peşkeş çekmek: Birine çıkar sağlamak amacıyla malını vermek.
- Peyda olmak: Ortaya çıkmak, görünmek.
- Pılıyı pırtıyı toplamak: Hazırlık yaparak bir yere gitmek.
- Pire için yorgan yakmak: Küçük bir durumu abartarak büyük zarar vermek.
- Pireyi deve yapmak: Küçük bir meseleyi büyütmek.
- Pis pis düşünmek: Karamsar ve üzgün düşüncelere dalmak.
- Pis pis gülmek: Başkalarının kötü durumuna gülmek.
- Pisi pisine: Boş yere, gereksiz yere.
- Pişkinliğe vurmak: Menfaat için kötü davranışları umursamamak.
- Pişmiş aşa su katmak: Bitmek üzere olan bir işi bozacak davranış sergilemek.
- Pişmiş kelle gibi sırıtmak: Aptalca gülmek.
- Posasını çıkarmak: Birini aşırı şekilde sömürmek ya da yıpratmak.
- Post elden gitmek: Yüksek bir makamdan düşmek zorunda kalmak.
- Post kavgası: Bir yeri ele geçirmek için rekabet.
- Posta koymak: Birilerini tehdit etmek ya da korkutmak.
- Postu kurtarmak: Ölüm tehlikesinden sıyrılmak.
- Postu sermek: Kısa süreliğine kalınan bir yerde saygısızca uzun süre kalmak.
- Pot kırmak: Farkında olmadan insanları incitecek sözler sarf etmek.
- Pösteki saymak: İçinden çıkılması zor bir işle meşgul olmak.
- Prangaya vurmak: Zincirlemek.
- Punduna getirmek: Bir şeyi yapmak için uygun zamanı beklemek.
- Pupa yelken: Hiçbir şeye bağlı olmadan ilerlemek.
- Pusu kurmak: Birine saldırmak amacıyla gizlenmek.
- Pusulayı şaşırmak: Ne yapacağını bilemez bir durumda kalmak.
- Pusuya düşmek: Bir tuzağa yakalanmak.
- Put gibi durmak: Hiç kımıldamadan durmak.
- Put kesilmek: Sessiz, hareketsiz kalmak.
- Püf noktası: Bir işin en önemli ve en ince detayı.
- Püsküllü bela: Büyük sıkıntılara yol açan kişi.
- Püsküllü yalan: Abartılı ve büyük yalan.
Saat Bu Saat
Ele geçen fırsatın değerlendirilmesi gereken en uygun zaman dilimi.
Saati Saatine Uymamak
Tutum ve davranışların kararsız olması, bir konuda tutarlı bir duruş sergilememek.
Sabaha Çıkamamak
Sabah olmadan, ani bir şekilde hayata veda etmek.
Sabahı Etmek
Sabaha kadar uyanık kalarak geceyi geçiren birini tanımlar.
Sabahın Köründe
Günün en erken saatinde, daha güneş doğmadan bir şeyler yapmak.
Sabır Taşı
Büyük sıkıntılara karşı dayanıklılık gösteren bir birey.
Sabrı Taşmak
Bir duruma daha fazla katlanamayarak sabır sınırlarını aşmak.
Saç Ağartmak
Bir işte uzun yıllar emek vermiş olmanın belirtisi.
Saç Saça Baş Başa
Kadınların arasında sert tartışmaların meydana gelmesi.
Saç Sakal Birbirlerine Kırışmak
Kişinin üst başının oldukça dağınık ve bakımsız bir durumda olduğunu ifade eder.
Saçına Ak Düşmek
Yaşlanma sürecinin başladığını gösteren bir durum.
Saçına Başına Bakmadan
Yaşına uygun olmayan davranışlar sergileyen birey.
Saçını Başı Yolmak
Aşırı üzüntü ve sıkıntı yaşayan bir kişinin durumunu ifade eder.
Saçını Süpürge Etmek
Büyük bir özveriyle çalışmak ve fedakarlık yapmak.
Saçma Sapan Konuşmak
Anlamsız ve gereksiz ifadeler kullanmak.
Safra Bastırmak
Açlığı yatıştırmak için yalnızca az miktarda yemek tüketmek.
Sağ Gösterip Sol Vurmak
Birine karşı yanıltıcı davranmak, gerçek niyetini gizlemek.
Sağ Gözünü Sol Gözünden Sakınmak
Bir duruma aşırı titizlikle yaklaşmak, çok fazla korumacı olmak.
Sağa Sola Bakmamak
Ortamdan habersiz, çevresine ilgisiz kalmak.
Sağı Solu Belli Olmamak
Birinin ne söyleyeceği veya yapacağı hakkında belirsizlik yaşamak.
Sağır Sultan Bile Duydu
Bir olayın o kadar yaygın hale gelmiş olması ki, herkesin haberdar olması.
Sağlam Ayakkabı Değil
Güvenilir olmayan, sadık bir bireyi tanımlar.
Sağlam Kazığa Bağlamak
Bir konuda tüm önlemleri alarak güvence sağlamak.
Sağlık Olsun
Bir kayıptan sonra yaşanan zararı hafifletmek için söylenen bir ifade.
Sağmal İnek
Kendisinden sürekli kazanç sağlanan birini ifade eder.
Sakalı Ele Vermek
Birinin himayesine girmek, ona bağımlı hale gelmek.
Sakız Gibi Yapışmak
Birinin peşini bırakmamak, ona bağlı kalmak.
Salık Vermek
Bir şeyin veya kişinin uygun olduğuna dair tavsiye vermek.
Salkım Saçak
Düzensiz ve dağınık bir durumu tanımlar.
Sallantıda Kalmak
Bir konuda net bir çözüm bulamamak, belirsizlikte kalmak.
Saltanat Sürmek
Bir yönetimi elinde tutarak refah içinde yaşamak.
Saman Altından Su Yürütmek
Bir şeyi gizlice ve fark ettirmeden yapmak.
Saman Gibi
Tatsız ve sıkıcı olan bir durumu ifade eder.
Sapı Silik
Kişiliği tam olarak oluşmamış, başıboş bir birey.
Sarakaya Almak
Birine alaycı bir şekilde yaklaşmak.
Sarı Çizmeli Mehmet Ağa
Kim olduğu ve nereden geldiği belirsiz birini ifade eder.
Sarmaş Dolaş Olmak
Birisiyle yakın bir şekilde kucaklaşmak.
Sarpa Sarmak
Bir durumun karmaşık hale gelmesi.
Satıp Savmak
Malını mülkünü ucuz bir fiyata elden çıkarmak.
Sayıp Dökmek
Mevcut olan her şeyi tek tek ifade etmek.
Sebil Etmek
Bolca dağıtmak ve paylaşmak.
Sedyelik Olmak
Ayakta duramayacak kadar zayıf veya bitkin bir duruma gelmek.
Seferber Olmak
Eldeki tüm kaynaklarla bir işe girişmek.
Selam Verip Borçlu Çıkmak
Küçük bir ilginin ardından büyük bir talepte bulunmak.
Selamı Sabahı Kesmek
Bir ilişkide samimiyeti azaltmak veya bitirmek.
Sen Sağ Ben Selamet
Bir işin sona erdiğini, artık ek bir şey yapılmaması gerektiğini ifade eder.
Senet Vermek
Bir durumu güvence altına almak, garantörlük yapmak.
Senli Benli Olmak
Samimi ve içten bir ilişki kurmak.
Sepet Havası Çalmak
Birini işten çıkarmak veya yanından uzaklaştırmak.
Ser Verip Sır Vermemek
Sır saklama yeteneğine sahip olmak, ağız sıkılığı göstermek.
Sere Serpe
Rahatça ve serbest bir şekilde hareket etmek.
Sermayeyi Kediye Yüklemek
Bir işte tüm yatırımı kaybetmek.
Ses Çıkarmamak
Bir duruma itiraz etmemek, sessiz kalmak.
Ses Seda Çıkmamak
Hiçbir sesin duyulmaması, bir şeyin olduğu gibi kalması.
Ses Vermemek
Bir çağrıya yanıt vermemek, sessiz kalmak.
Sesi Soluğu Çıkmamak
Hiçbir şey söylememek, sessiz kalmak.
Sesini Kesmek
Birini susturmak, konuşturmaz hale getirmek.
Seyirci Kalmak
Bir duruma karışmadan sadece izlemek.
Sıcağı Sıcağına
Bir olayın hemen ardından, çok geç kalmadan.
Sıcak Kanlı
Cana yakın ve samimi bir kişi.
Sıcak Yüz Göstermek
Yakınlık ve samimiyet sergilemek.
Sıçana Dönmek
Aşırı ıslanmak.
Sıdkı Sıyrılmak
Birine karşı tiksinti hissetmek.
Sıfıra Sıfır, Elde Var Sıfır
Tüm çabaların boşa gitmesi, hiçbir şeyin elde edilmemesi.
Sıfırdan Başlamak
Hiçbir kaynağa dayanmadan yeniden bir işe girişmek.
Sıfırı Tüketmek
Tüm varlığını kaybetmek.
Sıkboğaz Etmek
Birini hazırlıksız yakalamak, zor durumda bırakmak.
Sıkı Durmak
Dayanıklılık ve güç göstererek metin bir duruş sergilemek.
Sıkı Fıkı
Birbirine yakın, dostane ilişkiler.
Sıkı Tutmak
Bir konu üzerinde ısrarcı olmak, önem vermek.
Sıkıntı Basmak
Kendini boşlukta hissetmek, ruhsal bir daralma yaşamak.
Sıkıntı Çekmek
Zor koşullarda kalmak veya maddi zorluklar yaşamak.
Sıkıntıya Gelememek
Zor durumlarda kolayca pes etmek.
Sır Küpü
Birçok sırrı gizli tutabilen bir kişi.
Sır Olmak
Bir şeyin akıl ve mantıkla açıklanamayacak bir biçimde kaybolması.
Sırım Gibi
Güçlü ve dayanıklı bir kişi.
Sırra Kadem Basmak
Ortalıktan kaybolmak, nerede olduğu bilinmemek.
Sırt Sırt Vermek
İş birliği içinde olmak, destek olmak.
Sırtı Kaşınmak
Söz ve davranışlarıyla ceza almaya layık duruma gelmek.
Sırtı Yere Gelmemek
Yenilgiye uğramamak, ayakta kalmak.
Sırtından Geçinmek
Birinin parasını sürekli olarak kullanarak yaşamak.
Sırtını Dayamak
Güçlü birine güvenerek hareket etmek.
Sırtını Yere Getirmek
Rakibini yenmek, üstünlük sağlamak.
Sıyga Çekmek
Bir durumun hesabını sormak, sonuçlandırmak.
Sil Baştan
Bir işi en baştan yeniden ele almak.
Silip Süpürmek
Her şeyi yok etmek, ortadan kaldırmak.
Sinek Avlamak
İş yapmayan, boş zaman geçiren biri.
Sinekten Yağ Çıkarmak
Olmayacak şeylerden fayda sağlamaya çalışmak.
Sineye Çekmek
Bir durumu isteyerek kabullenmek.
Sinirleri Alt Üst Olmak
Aşırı derecede sinirlenmek ve ne yapacağını bilememek.
Sinirlenip Oluk Olmak
Kendini kaybetmek, aşırı öfkelenmek.
Sinirlenmek
İçsel olarak rahatsızlık duyup tepkilerini ortaya koymak.
Sır Saklamak
Bir sırrı kimseye anlatmamak.
Sırtımı Dayadım
Kendini birine veya bir şeylere güvenerek hissetmek.
Sırtı Yere Gelmez
Hiçbir zaman kaybetmeyecek, her zaman kazanacak biri.
Şad olmak: Büyük bir mutluluk duymak, sevinç içinde olmak.
Şafak atmak: Korku ve endişeyle aklının başına gelmesi, gerçeği kavramaya başlaması.
Şafak sökmek: Karanlığın yerini aydınlık almaya başlaması, günün doğuşu.
Şaha kalkmak: Haksızlıklarla cesurca yüzleşmek, direnmek.
Şahken şahbaz olmak: Çirkinliği artan insanlar hakkında söylenen bir ifade.
Şaka gibi gelmek: Bir duruma inanmakta zorluk çekmek, gülünç bulmak.
Şaka götürmemek: Bir konunun ciddiyetini vurgulamak, hafife alınamayacak kadar önemli olduğunu belirtmek.
Şaka kaldırmak: Başkalarının yaptığı şakalara karşı tahammül gösterebilme, bunlara dayanabilme gücüne sahip olmak.
Şakası yok: Durumun ciddiyetini vurgulamak, dikkate alınması gereken bir mesele olduğunu ifade etmek.
Şakaya getirmek: Ciddi bir konuyu mizahi bir şekilde ele almak, sözünü dolaylı bir üslupla iletmek.
Şakaya vurmak: Önemli bir konuyu espriyle geçiştirmek, ciddiyetten uzaklaştırmak.
Şamar oğlanı: Sürekli olarak azarlanan, eleştirilen kişi.
Şamata koparmak: Gürültü, kargaşa ve karmaşa yaratmak.
Şansı yaver gitmek: Şansının iyi gitmesi, olumlu gelişmeler yaşamak.
Şansına küsmek: İşlerin kötü gitmesi nedeniyle şikayetçi olmak, karamsar bir tutum sergilemek.
Şapa oturmak: Beklentilerini karşılayamamak ve şaşkın bir duruma düşmek.
Şapka çıkarmak: Bir şeyin değerini kabul edip saygı duymak.
Şeddeli eşek: Çok yeteneksiz ve kaba bir kişiyi tanımlamak için kullanılan ifade.
Şeref vermek: Bir kişinin başarılarıyla bir yeri onurlandırması.
Şerefini korumak: Kişiliğini ve onurunu savunmak, kendini küçültmemek.
Şeşi beş görmek: Bir şeyin görünüşüne aldanmak, yanlış bir değerlendirme yapmak.
Şeyhin kerameti kendinden menkul: İşin gerçek yaratıcısını kanıtlayan hiçbir delil olmaması.
Şeytan dürtmek: Hiçbir neden yokken kötü bir davranış sergilemek.
Şeytan görsün yüzünü: Birisiyle bir daha asla görüşmek istememek, yollarını ayırmak.
Şeytan kulağına kurşun: Yapılan işin kötü niyetli müdahalelerden korunmasını dile getirmek.
Şeytana külahı ters giydirmek: Çok zeki ve becerikli bir kişiyi tanımlamak.
Şeytana uymak: Doğru yoldan sapmak, kötü şeyler yapmak.
Şeytanın art bacağı: Çok yaramaz, haylaz ve kurnaz bir çocuk.
Şeytanın bacağını kırmak: Yapılamayan bir işi başlatmak, gitmesi zor olan bir yere ulaşmak.
Şeytanın yattığı yeri bilmek: Çok dikkatli ve kurnaz olmak, çevresindekilerin durumunu iyi bilmek.
Şıp diye geçmek: Hızla, aniden bir şeyin gerçekleşmesi.
Şifayı bulmak (kapmak): Hastalık dönemini başlatmak, sağlık sorunuyla yüzleşmek.
Şimdiden tezi yok: Hızla, duraksamadan hemen harekete geçmek.
Şimşekleri üzerine çekmek: Davranışlarıyla çevresindekilerin tepkisini çekmek, rahatsızlık vermek.
Şirazesinden çıkmak: Düzenin bozulması, her şeyin çığırından çıkması.
Şom ağızlı: Sürekli olumsuz yorumlar yapan ve kötü şeyler olacağını söyleyen bir kişi.
Şöyle bir: Gelişigüzel bir şekilde, özen göstermeden.
Şöyle böyle: Ne iyi ne kötü, orta düzeyde bir durum için kullanılır; aşağı yukarı, yaklaşık anlamında.
Şunu bunu bilmemek: Bahanelere yer vermemek, söylediklerinin kesin olarak gerçekleşeceğini ifade etmek.
Şunun şurası: Bir şeyi küçümseyerek, onun zor olmadığını belirtmek için kullanılan bir ifade.
Şüphe kurdu: Sürekli içsel tedirginlik yaratan, insanı rahatsız eden bir kuşku durumu.
Taban tabana zıt: Birbirine tamamen ters olan.
Taban tepmek: Uzun süre yaya olarak gidip gelmek.
Tabana kuvvet: Yürüyerek bir yere gitmek.
Tabanları kaldırmak: Hızla kaçmaya başlamak.
Tabanları yağlamak: Uzak bir yere yürüyerek gitmek için hazırlık yapmak.
Taburcu olmak: Hastanın tedavi edilip hastaneden ayrılması.
Tadı damağında kalmak: Olumlu bir deneyimi unutamamak.
Tadı kaçmak: Bir şeyin hoş özelliklerinin kaybolması.
Tadı tuzu kalmamak: Bir şeyin eski zevkinin, güzelliğinin kaybolması.
Tadına doyum olmamak: Bir şeyin tadını çok beğenmek.
Tadına varmak: Bir şeyin ince güzelliklerini anlamak.
Tadına bakmak: Bir şeyin lezzetini denemek.
Tadını almak: Yediği ya da yaptığı bir şeyden tat almak.
Tadını çıkarmak: Bir şeyin sunduğu fırsatlardan yararlanmak.
Tadını kaçırmak: Zevkli bir şeyi aşırıya kaçırarak keyfini kaçırmak.
Tadında bırakmak: Güzel bir şeyi aşırıya kaçırmadan korumak.
Tahtalı köy: Mezarlık.
Tahtası eksik: Aklında bir eksiklik olan, deli kimse.
Takım taklavat: Bütün parçalarıyla eksiksiz.
Takıp takıştırmak: Özenerek süslenmek.
Takke düştü kel göründü: Bir ayıbın gizlendiği şeyin ortaya çıkması.
Takla attırmak: Birine istediğini yaptırmak.
Tam adamını bulmak: En uygun kişiyi keşfetmek.
Tam takır kuru bakır: İçi tamamen boş olan.
Tam üstüne basmak: Kastedileni tam olarak ifade etmek.
Talih kuşu: İyi şans.
Tarihe geçmek: Unutulmayacak bir önem kazanmak.
Tarihe karışmak: Unutulmak, hatırlanmaz olmak.
Taş atmak: Birine incitici sözler söylemek.
Taş çatlasa: Hiçbir şekilde mümkün değil.
Taş çıkartmak: Birinin diğerlerinden nitelik açısından üstün olduğunu belirtmek.
Taş kesilmek: Şaşırıp ne yapacağını bilememek.
Taşa tutmak: Sürekli olarak saldırmak.
Tası tarağı toplamak: Gitmek için aceleyle hazırlanmak.
Taşı gediğine koymak: Bir sözü en uygun zamanda söylemek.
Taşı sıksa suyunu çıkarmak: Beden gücüyle çalışıp geçimini sağlamak.
Taş taş üstünde bırakmamak: Mevcut durumu yerle bir etmek.
Taş yürekli: Hiçbir şeyden etkilenmeyen, acımasız kişi.
Tatlı su firengi: Batılı gibi davranan Doğulu kişi.
Tatlıya bağlamak: Bir sorunu çözmek, tarafları mutlu etmek.
Tava gelmek: Yumuşamak, kanmak.
Tava getirmek: Yeterince ısıtmak.
Tavır almak: Bir durum karşısında nasıl davranacağına karar vermek.
Taviz vermek: Bazı isteklerden feragat etmek.
Tavşan uykusu: Hafif ve kuşkulu bir uyku.
Tavına getirmek: Bir şeyi en uygun hale getirmek.
Tavşana kaç tazıya tut: İki tarafı çatışmaya kışkırtmak.
Tavşanın suyunu suyu: İki şey arasında çok az bağlantı olduğunu anlatmak.
Tavşan yürekli: Çekingen, korkak kişi.
Tazıya dönmek: Çok fazla zayıflamak.
Tebdil gezmek: Tanınmamak için farklı kıyafetlerle dolaşmak.
Tebelleş olmak: Birine istediğini yaptırana kadar peşini bırakmamak.
Tefe koymak: Bir kişi hakkında alaycı dedikodu yapmak.
Tekeline almak: Bir şeye tek başına sahip olmak.
Tekelinde olmak: Bir şeyi elinde tutmak.
Tekerine çomak sokmak: Birinin işini engellemek.
Tekin değil: Olağanüstü özelliklere sahip kabul edilen kişi.
Tek tük: Seyrek olarak.
Telaşa düşmek: Aceleye getirmek, heyecanlanmak.
Telleyip pullanmak: Farklı şeylerle süslenmek.
Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp sürmek: Bir işi sürekli olarak tekrar etmek.
Temel atmak: Bir işin en önemli kısmını yapmak.
Temel taşı: Bir şeyin en önemli unsuru.
Temize çekmek: Düzensiz bir yazıyı okunabilir hale getirmek.
Temize çıkmak: Masumiyetinin anlaşılması.
Temiz para: Helal ve emekle kazanılan para.
Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş: İkisi de işe yaramayan, kötü kişiler.
Tencere dibin kara seninki benden kara: Kötülükte birbirine benzer durumlar.
Tencerede pişirip kapağında yemek: Geçimini zor şartlarda sağlamak.
Teneşir horozu: Zayıf, çelimsiz kişi.
Tepeden bakmak: Birini küçümsemek.
Tepeden tırnağa: Tamamen, baştan aşağı.
Tepeden tırnağa süzmek: Dikkatle uzun uzun bakmak.
Tepesi atmak: Birden öfkelenmek.
Tepesine binmek: Güçsüz olanlar üzerinde baskı kurmak.
Tepesine çıkarmak: Birini aşırı şımartmak.
Tepesine dikilmek: Birine rahatsızlık vermek.
Tepesinin tası atmak: Aniden öfkelenmek, ne yapacağını bilememek.
Tepetaklak gitmek: Durumun hızla kötüleşmesi.
Teraziye vurmak: Bir şeyi iyice düşünmek.
Ter dökmek: Çok çaba harcamak.
Tere yağından kıl çeker gibi: Kolayca, sorun yaşamadan.
Teslim bayrağı çekmek: Teslim olmak ya da yenilgiyi kabul etmek.
Tepeden inme: Üst düzeyden gelen emir.
Tepesinde havan dövmek: Alt katları gürültüyle rahatsız etmek.
Tepe tepe kullanmak: Dikkatsizce kullanmak.
Tercüman olmak: Başkasının duygularını anlatmak.
Tereciye tere satmak: Birine çok iyi bildiği bir konuda bilgi vermeye çalışmak.
Ters tarafından kalkmak: Alışılmışın dışında davranmak.
Ters yüz etmek: Bir şeyi alt üst etmek.
Ters yüz geri dönmek: İstediğini almadan geri dönmek.
Teselli etmek: Birini rahatlatmaya çalışmak.
Teselli bulmak: Kendini avutmak.
Teslim olmak: Mücadele etmekten vazgeçmek.
Teşrif etmek: Bir yeri onurlandırmak.
Tetikte olmak: Her an bir şey oluyormuş gibi hazır beklemek.
Tez canlı: Aceleci, sabırsız kimse.
Tez elden: Hemen, bir an önce.
Tezgâhı kurmak: İşe başlamak için gerekli araçları hazırlamak.
Tezkeresini eline vermek: Birinin işten çıkarılması.
Tıka basa doldurmak: Boş yer bırakmayacak şekilde doldurmak.
Tıka basa yemek: Rahatsız olacak kadar yemek.
Tıkır tıkır: Düzenli bir şekilde, aksaksız.
Tımarhane kaçkını: Akla sığmayan işler yapan kişi.
Tıngır mıngır: Yavaş ve düzenli bir şekilde.
Tıpış tıpış gitmek: Gitmesi zorunlu olan.
Tıpış tıpış yürümek: Gidilmesi gereken bir yere zorla gitmek.
Tıraş etmek: Usandırıcı uzun ve gereksiz konuşmalar yapmak.
Tırnak göstermek: Korkutmak, gözdağı vermek.
Tırpan atmak: İstenmeyen kişilerin görevlerine son vermek.
Tırnak kadar: Çok küçük.
Tıs yok: Sesin olmaması, sessizlik.
Tilki uykusuna yatmak: Uyuyormuş gibi yapıp fırsat kollamak.
Tiye almak: Birisiyle alay etmek.
Tohuma kaçmak: Evlenme dönemini geçirmiş olmak.
Tok evin aç kedisi: Gözü aç, her şeyi almak isteyen.
Ucu bucağı olmamak: Çok geniş bir alanın varlığını ifade eden, sonu gelmeyen bir durum.
Ucu dokunmak: Söylenen bir sözün birine doğrudan etki etmesi ya da bir zararın kişiyi de etkilemesi.
Ucu ortası belli olmamak: Bir işin nereden başlayacağına dair belirsizlik.
Ucu ucuna: Zor da olsa bir şeyin yetiştirilmesi ya da bir duruma denk gelinmesi.
Ucuz atlatmak: Tehlikeli bir durumu en az zararla geçiştirmek.
Ucunda bir şey olmak: Bir olayın altında gizli bir amaç bulunması.
Ucunu kaçırmak: Bir durumun kontrolünü kaybetmek veya çıkmaza girmek.
Uç vermek: Bir olayın belirtilerinin zamanla görünmeye başlaması.
Uçan kuşa borçlu olmak: Birden fazla kişiye borçlu olmak durumu.
Uçan kuştan medet ummak: Umutsuz bir durumda imkânsız yardım beklemek.
Uçkuruna sağlam: Namusuna bağlı ve iffetli olan biri.
Uçsuz bucaksız: Geniş ve sonu gelmeyen bir alan.
Ulu orta söz söylemek: Düşünmeden ve yeterince bilgi sahibi olmadan konuşmak.
Uma uma döndük muma: Umut besleyip de başarısızlıkla sonuçlanan bir durumdan güçsüz düşmek.
Umurunda olmamak: Bir duruma kayıtsız kalmak, önemsememek.
Ununu elemiş, eleğini asmış: Hayatının geri kalanında önemli bir iş yapmayacak duruma gelmek.
Utancından yere geçmek: Şiddetli bir utanç hissi ile ortalıklarda görünmekten kaçınmak.
Uyku bastırmak: Aşırı derecede uyku hissi yaşamak.
Uyku çekmek: İyice derin bir uykuya dalmak.
Uyku gözünden akmak: Çok uykusunun gelmesi.
Uyku tulumu: Sürekli uyuyan, uykuya düşkün kimse.
Uyku tutmamak: Uyumakta zorluk çekmek.
Uykusu kaçmak: Uyuması gereken bir anda bir sebeple uyuyamamak.
Uykusunu almak: Yeterince uyuyup dinlenmek.
Uykuya dalmak: Derin ve huzurlu bir şekilde uykuya geçmek.
Uyur uyanık: Yarı uyanık bir halde olmak.
Uzağı görmek: Geleceği önceden tahmin edebilmek.
Uzaktan uzağa: Uzak mesafeden, ilgisiz bir biçimde.
Uzun etmek: Bir duruma direnmek veya bir şeyin süresini uzatmak.
Uzun hikâye: Detaylı ve anlatılması uzun sürecek bir meseleyi tanımlamak.
Uzun lafın kısası: Kısaca ifade etmek gerekirse.
Uzun uzadıya: En ince ayrıntısına kadar detaylı bir şekilde.
Üç aşağı beş yukarı: Yaklaşık bir tahmin, çok az bir farkla.
Üç buçuk atmak: Olumsuz bir durumun gerçekleşme endişesiyle aşırı korkmak.
Üç otuzluk: Yaşı ilerlemiş, ihtiyar bir kimse.
Üçe beşe bakmamak: Fiyat konusunda fazla tereddüt etmemek.
Ümidini kesmek: Bir şeyin gerçekleşmeyeceğine inanmak ve buna karar vermek.
Ümitsizliğe düşmek: Bir olayın gerçekleşeceğine dair inancı yitirmek.
Ün kazanmak: Adının duyulması, şöhret kazanmak.
Üst perdeden konuşmak: Yüksek sesle ve kibirli bir tavırla konuşmak.
Üste çıkmak: Suçlu olduğu halde davacı gibi görünmek.
Üste vermek: Gereğinden fazla para ödemek.
Üstesinden gelmek: Üzerine aldığı bir işi başarıyla tamamlamak.
Üstü başı dökülmek: Kıyafetlerinin oldukça eski ve kullanılamaz hale gelmesi.
Üstü kapalı konuşmak: Belirsiz ve dolaylı bir dil kullanarak bir konuyu anlatmak.
Üstünde durmak: Gereğinden fazla ilgi göstermek veya önem vermek.
Üstünden atmak: Bir durumu kabul etmeyerek uzaklaşmak.
Üstünden dökülmek: Uygun olmayan giysilerin birinin üzerinde durması.
Üstünden geçmek: Belirli bir zamanın geçmiş olması.
Üstüne almak: Söylenenlerin kendisini ilgilendirdiğini düşünmek ve kaygılanmak.
Üstüne atmak: Bir sorunu başkasının üzerine yıkmaya çalışmak.
Üstüne basmak: Tam isabet etmek anlamında.
Üstüne bir bardak soğuk su içmek: Umutlarını kaybetmek ya da eline geçiremeyeceği bir şeyi elde etme umudunu yitirmek.
Üstüne düşmek: Bir işin gerçekleşmesi için aşırı ilgi göstermek.
Üstüne fenalık gelmek: Aşırı sıkılma veya bunalma durumu.
Üstüne geçirmek: Bir şeyin kaydını kendisine almak, kendi adına kaydetmek.
Üstüne gelmek: Bir durumun gerçekleştiği esnada orada belirmek.
Üstüne gül koklamamak: Sadece sevdiklerine odaklanmak, başkalarına ilgi göstermemek.
Üstüne üstüne gitmek: Bir kişiye sürekli baskı yaparak ısrarcı olmak.
Üstüne titremek: Birine ya da bir şeye zarar gelmemesi için dikkatli olmak.
Üstüne toz kondurmamak: Bir şeyi ya da kişiyi kusursuz görmek, onun hatalarını kabul etmemek.
Üstüne tuz biber ekmek: Olumsuz bir durumu daha da kötüleştirmek.
Üstüne yatmak: Hakkı olmadığı halde başkasına ait olan bir şeyi sahiplenmek.
Üstüne yürümek: Birine baskı yapma niyetiyle saldırmak veya öyle görünmek.
Üvey evlât gibi tutmak: Birine haksızlık yapmak ya da küçümsemek.
Üzüm üzüm üzülmek: Gereğinden fazla hüzünlenmek.
Ya devlet başa, ya kuzgun leşe: Girişilen işin sonucunun ya büyük bir başarı ile sonuçlanacağı ya da felaketle biteceğini ifade eder. Bu deyim, kararlılık ve cesaretle harekete geçmeyi vurgular.
Ya herrü ya merrü: Tüm riskleri göze alarak ya başarı kazanmayı ya da tamamen başarısız olmayı kabul etmek anlamında kullanılır.
Ya sabır çekmek: Karşılaşılan olumsuz durumlara karşı sessiz kalmak ve dayanmak, tepkisiz kalmayı ifade eder.
Yabana atmak: Bir şeyi önemsiz ya da değersiz olarak değerlendirmek anlamına gelir.
Yabancılık çekmek: Yeni bir ortamda kendini garip hissetmek, o yere alışmakta zorlanmak anlamındadır.
Yâd etmek: Birisini anmak, hatırlamak ve o kişi hakkında düşünmek anlamına gelir.
Yağ bal olsun: Yenilen içilen şeylerin helal olması ve sağlıklı bir şekilde tüketilmesi dileğinde bulunmak için söylenir.
Yağ döksen yalanır: Çok temiz ve titiz bir yerin ifadesidir.
Yağ tulumu: Oldukça şişman birini tanımlamak için kullanılan bir ifadedir.
Yağcılık etmek: Birine hoş görünmek, o kişiyi gereğinden fazla övmek veya dalkavukluk yapmak anlamında kullanılır.
Yağlı ballı olmak: Arası çok iyi olan, samimi ilişkiler kurmuş kişiler için kullanılır.
Yağlı kapı: Çalışanlarına yüksek kazanç sağlayan yer veya kişi anlamına gelir.
Yağlı kuyruk: Kolayca faydalanılabilecek kaynakları ifade eder.
Yağlı müşteri: Alışverişte oldukça cömert davranan, çok para bırakan müşteridir.
Yağma Hasan’ın böreği: Hakkı olmayan herkesin yararlandığı, kimsenin korumadığı kaynak anlamında kullanılır.
Yağma gitmek: Çok kolay müşteri bulmak anlamına gelir.
Yağmur yağarken küpünü doldurmak: Fırsatlar varken bu fırsatlardan yararlanmak, mal ya da para kazanmak için yapılan bir eylemdir.
Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak: Zor bir durumdan kaçmaya çalışırken daha kötü bir duruma düşmek anlamına gelir.
Yahudi pazarlığı: Çekişmeli bir pazarlık sürecinde iki tarafın da menfaatleri için sonuna kadar mücadele etmesi durumudur.
Yaka paça: Kaba kuvvetle birini zorla bir yere götürmek anlamında kullanılır.
Yaka silkmek: Birinden bıkmak ve onunla ilişkiyi kesmek anlamında ifade edilir.
Yakadan atmak: Birini başından uzaklaştırmak, ilişkiyi kesmek anlamına gelir.
Yakasına sarılmak: İstenilen bir şeyi elde etmek için birini zorlamak, baskı yapmak anlamında kullanılır.
Yakasına yapışmak: Birine hesap sormak, onu bırakmamak, peşini bırakmamak anlamına gelir.
Yakasını bırakmamak: İstediğini elde edene kadar birinin peşini bırakmamak anlamında kullanılır.
Yakasını kaptırmak: Kendini bir durumdan kurtaramamak, zor durumda kalmak anlamında kullanılır.
Yakayı ele vermek: Yakalanmak, durumun ortaya çıkması anlamında kullanılır.
Yakayı kurtarmak: Olumsuz bir durumdan, hoşlanmadığı bir şeyden kurtulmak anlamına gelir.
Yakayı sıyırmak: Kaçmak ya da zor bir durumdan kurtulmak için bir fırsat elde etmek anlamındadır.
Yakınlık duymak: Birine karşı sıcak, samimi duygular beslemek anlamında kullanılır.
Yakışık almak: Bir duruma uygun düşmek anlamındadır.
Yakışık almamak: Uygun olmayan, yerinde olmayan bir davranış ya da söz anlamına gelir.
Yalan dolan: Hile ve düzenbazlık, kandırma anlamında kullanılır.
Yalancı pehlivan: Palavracı, yapamayacağı işleri yapıyormuş gibi gösteren kişi anlamında kullanılır.
Yalancısı olmak: Doğru olmayan bir bilgiyi başkalarına yaymak anlamında kullanılır.
Yalayıp yutmak: Olumsuz bir duruma karşı ses çıkarmamak, durumu kabullenmek anlamında kullanılır.
Yalpa vurmak: Sağa sola sallanarak yürümek anlamındadır.
Yalvar yakar olmak: Bir şey istemek için birine ısrarla yalvarmak, çok fazla rica etmek anlamına gelir.
Yalvarıp yakarmak: Yoğun bir şekilde yalvarmak anlamında kullanılır.
Yan bakmak: Düşmanca, art niyetle birine bakmak anlamındadır.
Yan basmak: Dürüst davranmamak, kaypaklık yapmak anlamına gelir.
Yan çizmek: Bir işi yapmaktan kaçınmak, sorumluluktan uzaklaşmak anlamındadır.
Yan gelip yatmak: Yapılması gereken işleri yapmayıp tembellik etmek anlamına gelir.
Yan gözle bakmak: Kötü niyetle, düşmanca bir bakış atmak anlamına gelir.
Yan tutmak: Taraflı olmak, taraflardan birini desteklemek anlamındadır.
Yan yan bakmak: Kötü niyetle birine bakmak anlamında kullanılır.
Yangına körükle gitmek: Olumsuz bir durumu daha da kötüleştirmek anlamındadır.
Yangından mal kaçırır gibi: Gereksiz bir telaş ve aceleyle hareket etmek anlamında kullanılır.
Yanıp tutuşmak: Birini derin bir sevgiyle arzulamak anlamına gelir.
Yanıp yakılmak: Bir şey hakkında sürekli şikayette bulunmak anlamındadır.
Yanına bırakmamak: Yapılan kötülüklere karşı intikam almak anlamında kullanılır.
Yanına kâr kalmak: Yapılan kötülüğün cezasız kalması anlamında kullanılır.
Yanına salâvatla varılır: Kızgın, öfkeli biri için kullanılan bir ifadedir.
Yanından bile geçmemiş: En ufak bir benzerliğin bile olmaması anlamında kullanılır.
Yanlış ata oynamak: Başarı elde etmek için yanlış bir yol seçmek anlamına gelir.
Yanlış kapı çalmak: Yanlış bir adrese gitmek anlamında kullanılır.
Yapmadığını bırakmamak: Birine her türlü eziyeti yapmaktan kaçınmamak anlamına gelir.
Yara açmak: Büyük bir acıya ya da sıkıntıya neden olmak anlamında kullanılır.
Yaraya merhem olmak: Sorunlara çözüm bulmak anlamındadır.
Yaraya tuz biber ekmek: Sıkıntıyı daha da artıran davranışlar sergilemek anlamına gelir.
Yarı yolda bırakmak: Bir desteği, yardımı yarıda kesmek anlamında kullanılır.
Yarım adam: Normal standartların altında, güçsüz ya da sakat biri anlamındadır.
Yarım ağızlı: Gönülsüzce bir şey yapmak ya da söylemek anlamına gelir.
Yarım yamalak: Eksik ya da özensiz yapılan bir şeyi ifade eder.
Yarından tezi yok: En kısa sürede, hemen anlamında kullanılır.
Yaş dökmek: Ağlamak, duygu durumu olarak gözyaşı dökmek anlamındadır.
Yaş tahtaya basmak: Aldatılmak ya da kandırılmak anlamında kullanılır.
Yaşını başını almış olmak: Olgunlaşmış, yaşı ilerlemiş kişi için kullanılan bir ifadedir.
Yaşını içine akıtmak: Üzüntü ve acıyı içe atarak göstermek, ağlamamak için kendini tutmak anlamına gelir.
Yatağa düşmek: Hastalanmak ya da iyileşmek için uzun süre yatmak zorunda kalmak anlamında kullanılır.
Yatak yorgan yatmak: Çok hasta olmak anlamında ifade edilir.
Yataklık etmek: Suç işleyenlere yardım etmek ya da onlara gizlice destek sağlamak anlamındadır.
Yatırım yapmak: Gelecekte kazanç sağlamak amacıyla bir yere varlık yatırmak anlamına gelir.
Yaya kalmak: Taşıt kullanmadan yürümek zorunda kalmak anlamındadır.
Yayan yapıldak: Çıplak ayakla yürümek anlamında kullanılır.
Yaygarayı basmak: Bağırıp çağırarak dikkat çekmek anlamındadır.
Yaz boz tahtasına çevirmek: Sürekli değişiklik yaparak kararsız kalmak anlamına gelir.
Ye kürküm ye: Birine saygı göstermek amacıyla giyimine göre değer vermek anlamında kullanılır.
Yedi canlı: Birden fazla ölüm tehlikesi atlatıp hayatta kalan kişi anlamına gelir.
Yedi düvel: Tüm insanlar ve dünya genelindeki herkes.
Yedi iklim dört bucak: Dünya üzerindeki her yer, her bölge.
Yedi kat yabancı: Hiç tanımadığın veya akrabalığın olmayan birisi.
Yediden yetmişe: En büyüğünden en küçüğüne kadar, herkes.
Yeğ tutmak: Seçenekler arasında birini tercih etmek veya ona yönelmek.
Yel yeperek yelken kürek: Aceleci ve heyecan dolu bir tavır içinde olmak.
Yele vermek: Gereksiz yere bir şeyi harcamak veya dağıtmak.
Yelkenleri suya indirmek: Mücadele etmekten vazgeçip, anlayışlı olmaya başlamak.
Yeme de yanında yat: İnanılmaz lezzetli yemekleri tarif etmek için kullanılır.
Yemeden içmeden kesilmek: Bir sıkıntıdan dolayı iştahsızlık yaşamak, yiyecekten veya içecekten uzak durmak.
Yenilir yutulur gibi değil: Kabul edilemeyecek veya tahammül edilemeyecek bir durum.
Yer cücesi: Kurnaz ve fitneci, aynı zamanda küçük boyutlu bir kişi.
Yer demir, gök bakır: Hiçbir destek ya da yardım almadan çaresiz kalmak.
Yer kabul etmez: Birçok günahı olan kişi.
Yer vermek: Bir konunun önemini kabul etmek ve ondan söz etmek.
Yer yarılıp içine girmek: Utanç nedeniyle bir durumdan kaçmak ya da içine girmek isteği.
Yer yerinden oynamak: Toplumda büyük bir heyecan, karmaşa veya gürültü yaratmak.
Yerden yere çalmak: Birisini ağır şekilde eleştirmek ya da zor durumda bırakmak.
Yere bakan yürek yakan: Sessiz görünen fakat gizlice kötü işler yapan kişi.
Yere göğe sığdıramamak: Birine aşırı değer verip sürekli ondan bahsetmek.
Yeri göğü birbirine katmak: Büyük bir heyecan veya korkuya neden olmak.
Yeri yurdu belirsiz: Nerede yaşadığı, kimlerle vakit geçirdiği bilinmeyen serseri.
Yerin dibine geçmek: Aşırı utanç duymak.
Yerinde duramamak: Sürekli hareket eden ve bir şeyler yapma isteği duyan kişi.
Yerinde saymak: Gelişme kaydetmemek, statükoda kalmak.
Yerinde yeller esmek: Yok olmak veya kaybolmak.
Yerinden oynatmak: Birini yerinden veya görevinden etmek.
Yerini doldurmak: Görevden ayrılan birinin yerini alacak kişinin aynı başarıyı göstermesi.
Yerle bir etmek: Bir yeri tamamen tahrip etmek ya da yok etmek.
Yerli yersiz: Duruma uygun olup olmadığına bakılmaksızın.
Yeşil ışık yakmak: Bir şeye izin vermek veya desteklemek.
Yılan hikâyesi: Çözülmeyen, karmaşık bir durum veya mesele.
Yılanın kuyruğuna basmak: Birine zarar verecek birine dokunmak veya onu harekete geçirmek.
Yıldırımla vurulmuşa dönmek: Aniden ortaya çıkan bir durum karşısında şaşırmak.
Yıldızı barışmamak: Sürekli anlaşmazlık içinde olmak.
Yıldızı parlamak: Ün kazanmak ve tanınmak.
Yıldızı sönmek: İtibarını kaybetmek.
Yıldızları barışık olmak: Birbirleriyle iyi geçinmek.
Yiyip bitirmek: Birini sürekli tedirgin etmek ve rahatsız etmek.
Yok pahasına: Son derece ucuz bir fiyata.
Yol açmak: Bir olayın veya durumun başlamasına neden olmak.
Yol almak: Belirli bir mesafeyi kat etmek.
Yol aramak: Bir probleme çözüm bulmaya çalışmak.
Yol bulmak: Bir sorunun çözümünü keşfetmek.
Yol geçen hanı: Sıklıkla ziyaret edilen bir yer.
Yol göstermek: Birine rehberlik etmek ve ne yapması gerektiğini öğretmek.
Yol iz bilmemek: Yabancı bir yerde yönünü kaybetmek.
Yol kesmek: Başkasının geçişine engel olmak ya da soygun yapmak.
Yol tepmek: Uzun süre yürümek.
Yol tutmak: Doğru bildiği yolda ilerlemek.
Yol yordam: Davranış kuralları ve doğru hareket etme yöntemleri.
Yola çıkmak: Hedefe ulaşmak için hareket etmek.
Yola düşmek: Zorunluluk nedeniyle yola çıkmak.
Yola düzülmek: Yola çıkıp yürümeye başlamak.
Yola gelmek: Akla uygun davranmaya başlamak.
Yola getirmek: Birinin yanlış tutumunu düzeltmek.
Yoldan çıkmak: Doğru yoldan ayrılmak.
Yoldan kalmak: Yolculuğa çıkma niyetindeyken engellerle karşılaşmak.
Yollara dökülmek: Kalabalık bir şekilde yolda olmak.
Yoluna koymak: Bir işe olumlu bir yön vermek.
Yolunu beklemek: Birinin gelmesini sabırsızca beklemek.
Yolunu bulmak: Sorunları çözümleyerek ilerlemek.
Yolunu kaybetmek: Gideceği yolu şaşırmak veya kararsız kalmak.
Yolunu sapıtmak: Doğru yoldan ayrılmak.
Yorgan gitti, kavga bitti: Sorun yaratan anlaşmazlık sona erdiğinde kargaşanın da sonlanması.
Yorgunluğunu almak: Yorgun birinin dinlenmeye çalışması.
Yorgunluğunu çıkarmak: Bir işin sonucunda elde edilen huzurun tadını çıkarmak.
Yörüngesine oturtmak: Bir işi düzene sokmak.
Yufka yürekli: Acıklı durumlara dayanamayan, oldukça duygusal kişiler.
Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal: Her iki seçimde de bir şeylerin olumsuz etkileneceği durumlar arasında kalmak.
Yukarıdan aşağı süzmek: Birine dikkatlice ve analiz edici bir bakışla bakmak.
Yuları eksik: Kaba ve görgüsüz biri.
Yuları ele vermek: Başkasının kontrolüne girmek.
Yumruk kadar: Oldukça küçük biri.
Yumurta kapıya gelmek: Yapılması gereken bir işin son anına yaklaşmak.
Yumurtaya kulp takmak: Hiçbir şeyi beğenmemek ve her şeyde kusur bulmak.
Yumuşak yüzlü: Kimseyi kırmayan, hayır diyemeyen biri.
Yuva kurmak: Evlilik yoluyla bir aile kurmak.
Yuvarlak hesap: Küçük miktarların düşülmesinden sonra kalan net hesap.
Yuvarlak konuşmak: Gerekeni tam olarak söylememek ve belirsiz ifadeler kullanmak.
Yuvarlanıp gitmek: Mevcut şartlarla hayatını sürdürmek.
Yuvasını bozmak: Birinin aile düzenini bozmak veya mutluluğunu sona erdirmek.
Yuvasını yıkmak: Birinin evliliğinin sonlanmasına neden olmak.
Yük altına girmek: Ağır bir sorumluluğu kabul etmek.
Yük olmak: Başkalarına ek bir sorumluluk yüklemek.
Yüksek perdeden konuşmak: Sert bir üslupla başkalarına meydan okumak.
Yükseklerde dolaşmak: Ulaşılması zor ve çok büyük hayaller peşinde koşmak.
Yüksekten atmak: Gücünün üstündeki işleri yapabileceğini iddia etmek.
Yüksekten uçmak: Elde edilmesi zor şeyleri istemek.
Yükte hafif pahada ağır: Taşınması kolay fakat değerli olan eşyalar.
Yükünü tutmak: Zengin bir hayat sürmek.
Yüreği ağzına gelmek: Aniden çok korkmak veya aşırı telaşlanmak.
Yüreği cız etmek: Birine acıma duymak, içinin sızlaması.
Yüreği çarpmak: Merak duygusundan tedirgin olmak.
Yüreği ezilmek: Büyük bir acı hissetmek ya da derin bir üzüntü yaşamak.
Yüreği ferahlamak: İçinde taşıdığı sıkıntı ve kaygılardan kurtulmak, ruh halinin hafiflemesi.
Yüreği hop etmek: Ani bir korku ya da heyecanla birlikte kalbinin hızla atması.
Yüreği oynamak: Yoğun bir korku duymak, adeta yüreğinin yerinden fırlayacak gibi hissetmesi.
Yüreği kabarmak: Sıkıntıdan kurtulma ihtiyacı hissetmek, rahat bir nefes almak.
Yüreği kalkmak: Heyecanın doruk noktasına ulaşması, çok fazla uyanıklık hali.
Yüreği kararmak: İyimser düşüncelerin yerini karamsarlığa ve endişeye bırakması.
Yüreği katı: Başkalarına karşı acıma duygusundan yoksun olan bir kişi.
Yüreği küt küt atmak: Heyecan, korku veya endişeden kaynaklanan kalp çarpıntısının artması.
Yüreği parçalanmak: Bir olaydan dolayı aşırı bir üzüntü ve acı hissetmek.
Yüreği pek: Cesur, gözü pek ve yürekli bir birey.
Yüreği yanmak: Gereğinden fazla bir acı duyma ya da felaket bir durumu yaşama.
Yüreğine inmek: Beklenmedik bir üzüntüyle karşılaşmak, sanki hayat sonlanacakmış gibi hissetmek.
Yüreğine işlemek: Derin bir acı deneyimlemek; yaşanan acının kalpte büyük bir iz bırakması.
Yüreğine od düşmek: Yüreğinin yanması, aşırı bir üzüntü hissetmek.
Yüreğine su serpilmek: Duyduğu bir haberle birlikte kaygılarının azalması.
Yürürlüğe girmek: Bir şeyin hayata geçmesi, uygulama aşamasına ulaşması.
Yüz bulmak: Birinin aşırı sevgisi ya da hoşgörüsünden dolayı kendini şımartmak, nahoş davranışlar sergilemek.
Yüz çevirmek: Birine karşı gösterdiği ilgiyi sona erdirmek.
Yüz dökmek: Utanmayı göze alarak bir şey talep etmek veya ricada bulunmak.
Yüz görümlüğü: Gelinin duvağını açan damadın verdiği geleneksel hediye.
Yüz göz olmak: Biriyle yakınlaşmak, samimi bir ilişki geliştirmek.
Yüz karası: Ailesine ya da çevresine utanç verici işler yapmış olan kişi.
Yüz kızartıcı: Kişiyi utandıracak, küçük düşürecek eylemler.
Yüz tutmak: Bir şeyin gerçekleşme aşamasına gelmesi.
Yüz vermek: Bir kişiyi aşırı şekilde şımartmak.
Yüz yüze gelmek: Karşılaşmak.
Yüzde kalmak: Bir konunun yüzeysel bir şekilde ele alınması.
Yüze gülmek: Yapay bir gülümseme ile yüz göstermekte bulunmak.
Yüze yüze kuyruğuna gelmek: Bir işin zorlu kısmını aşarak sona yaklaşmak.
Yüzü ak: Suç veya utanılacak bir durumdan uzak olmak.
Yüzü görmemek: Bir şeyi yaşamı boyunca hiç deneyimlememek.
Yüzü gözü açılmak: Gerçekleri anlamaya başlamak, doğru ile yanlışı ayırt edebilmek.
Yüzü gülmek: Rahatlamak, sorun ve sıkıntılardan kurtulmak.
Yüzü kalmamak: Borçlu olduğu kişiye karşı istekte bulunamaz hale gelmek.
Yüzü kara: Utanç verici işler yapmış, toplumda kötü bir üne sahip olan kimse.
Yüzü kasap süngeri ile silinmiş: Utanmaz, her şeyden kayıtsız bir kimse.
Yüzü sirke satmak: Sürekli asık suratlı ve mutsuz görünen kişi.
Yüzü soğuk: Samimiyetten uzak, soğuk bir tutum sergileyen kişi.
Yüzü suyu hürmetine: Bir kimsenin hatırı için, ona büyük değer vererek hareket etmek.
Yüzü tutmamak: Bir şey istemeye ya da söylemeye cesaret edememek, utanmak.
Yüzü yerde: Alçak gönüllü, kibirden uzak bir kişilik sergileyen.
Yüzü yok: Yaptığı hatalardan dolayı bir talepte bulunmaya yüz bulamayan.
Yüzünden düşen bin parça olmak: Sorunları, öfkeyi ve sıkıntıyı yüz ifadesinden belli etmek.
Yüzünden okumak: Bir kişinin duygularını yüz ifadesiyle dışa vurması.
Yüzüne bir daha bakmamak: Bir kişinin saygınlığını yitirmesi.
Yüzüne kan gelmek: Yüz ifadesinin normale dönmesi, sağlıklı bir görünüm kazanması.
Yüzüne vurmak: Birinin hatasını açıkça dile getirmek, ayıplamak.
Yüzünü ağartmak: Övünebileceği bir başarı elde etmek.
Yüzünü ekşitmek: Memnuniyetsizliğini yüz ifadesiyle belli etmek.
Yüzünü gören cennetlik: Uzun süre ortadan kaybolmuş kişilere atıfta bulunmak.
Yüzünü görmemek: Uzun zamandır birini görmemiş olmak.
Yüzünü kara çıkarmak: Bir kişinin davranışıyla başkalarını mahcup etmek.
Yüzünü şeytan görsün: Sevilmeyen birine duyulan derin nefret.
Yüzünün akıyla çıkmak: Yaptığı işi en iyi şekilde başarıyla tamamlamak.
Yüzüstü bırakmak: Birini zor bir durumda yalnız bırakmak.
Zahmet çekmek: Zorluklara, sıkıntılara ve eziyetlere katlanmak zorunda kalmak.
Zahmete sokmak: Başkalarına zorluk ve sıkıntı yaratmak; onları masraflara sokmak.
Zaman kazanmak: Birilerini oyalayarak gerekli zamanı elde etmeye çalışmak.
Zaman kollamak: Bir şeyin gerçekleşmesi için uygun fırsatları beklemek.
Zaman öldürmek: Boş ve gereksiz faaliyetlerle vakit harcamak; gerekli işleri ertelemek.
Zaman vermek: Bir işin gerçekleşmesi için birine belli bir süre tanımak.
Zaman zaman: Belirli aralıklarla, ara sıra gerçekleşen durumlar.
Zamana uymak: Zamanın gerekliliklerine uygun bir yaşam sürmek.
Zamane çocuğu: Saygıyı ve düzeni gözetmeyen, her şeyi bildiğini sanan genç.
Zar tutmak: Tavla oyununda istenilen sayıyı elde etmek için zarlara özel bir biçim vermek.
Zar zor: Büyük güçlükle, zorlukla elde edilen durumlar.
Zarar görmek: Bir olumsuzluk ya da kötülükle karşılaşmak.
Zart zurt etmek: Kaba kuvvet kullanmak, otorite gösterisinde bulunmak.
Zehir etmek: İyi giden bir durumu bozmak veya mahvetmek.
Zehir gibi: Çok acı ve keskin, insanı perişan eden.
Zehir zemberek: Kişiyi derinden etkileyen ağır sözler.
Zembereği boşanmak: Kendini tutamayıp uzun uzun gülmek.
Zemheri zürafası gibi: Kışın soğuk günlerinde ince giysiler giymiş olanlar için kullanılan bir ifade.
Zemin hazırlamak: Bir işin gerçekleşmesi için uygun bir ortam yaratmak.
Zemzemle yıkanmış olmak: Çok iyi bir duruma gelmek, saf ve temiz olmak.
Zerre kadar: Çok az, en ufak bir miktar.
Zevahiri kurtarmak: Bir şeyin hakkını tam vermemek, yüzeysel ve özensiz bir şekilde tamamlamak.
Zeval bulmak: Nihayet bulmak, sona ermek veya yok olmak.
Zeval vermemek: Koruma sağlamak, kötü durumlardan kaçınmak.
Zevkine varmak: Bir şeyin tadını çıkarmak, onu hissederek yaşamak.
Zevkini çıkarmak: Bir şeyden her yönüyle faydalanmak, zevk almak.
Zevkten dört köşe olmak: Aşırı mutluluk duymak, tarifsiz bir sevinç yaşamak.
Zeytinyağı gibi üste çıkmak: Suçlu olduğu halde kendini haklı göstermek.
Zıddına gitmek: Birini kızdıracak şekilde, tersini yapmak.
Zılgıt yemek: Başkaları tarafından azar işitmek, eleştirilmek.
Zınk diye durmak: Aniden durmak, beklenmedik bir şekilde duraksamak.
Zırnık bile vermemek: En ufak bir şey dahi vermemek, çok cüzi miktar.
Zıvanadan çıkmak: Durumun kontrol edilemez hale gelmesi ya da birinin aşırı derecede taşkınlık göstermesi.
Zifiri karanlık: Tamamen karanlık, göz gözü görmeyen bir ortam.
Zihin açıklığı: Sağlıklı ve net bir düşünme yeteneği.
Zihni bulanmak: Kafanın karışması, karar verememe durumu.
Zihnini bulandırmak: Birini düşünemez hale getirmek, kafa karışıklığına yol açmak.
Zihnini çelmek: Birini yanıltmak veya baştan çıkarmak.
Zihnini kurcalamak: Bir şeyi sürekli düşünmek, akıldan çıkmayan rahatsız edici düşünceler.
Zil takıp oynamak: Aşırı sevinç yaşamak, coşku içinde olmak.
Zimmetine geçirmek: Başkasına ait olanı kendi malı gibi göstermek.
Zincire vurmak: Mahkumiyet durumu; cezaevindeki kişilere atıfta bulunmak.
Zindan kesilmek: Yaşanılacak bir yer olmaktan çıkmak, bunaltıcı hale gelmek.
Ziyafet çekmek: Misafirlere yemek ikram etmek, onları ağırlamak.
Ziyan etmek: Gereksiz yere bir şeyi harcamak, boşuna sarf etmek.
Ziyanı yok: Hiç önemli bir şey değil, önemsiz anlamında.
Zokayı yutmak: Başkaları tarafından aldatılarak zarara uğramak.
Zom olmak: Aşırı derecede sarhoş olmak.
Zora binmek: Bir durumun ancak güç kullanarak çözülebileceği hale gelmesi.
Zora gelmemek: Güçlüklere dayanamamak, sabredememek.
Zoru olmak: Kişiyi üzen veya mutsuz eden bir sorunun varlığı.
Zorun ne: “Amacın ne, ne istiyorsun?” anlamında bir soru.
Zula etmek: Birine saldırmak, çatmak.
Zula olmak: Saklanmak, gizlenmek.
Zurna gibi: Gereğinden fazla dar olan, sıkışık bir durum.
Zurnacının karşısında limon yemek: Bir kişinin dikkatini dağıtarak onu iş yapamayacak hale getirmek.
Zurnanın son deliği: Saygınlığı olmayan, önemsiz bir mevkide bulunan kimse.
Zurnanın zırt dediği yer: Bir işin en kritik, hassas noktası.
Züğürt tesellisi: Kişinin kendini avutma durumu; geçici bir sevinç ve avunma hali.
Zülfüyâra dokunmak: Birini en hassas noktalarından yaralayacak söz ve davranışlar sergilemek.