kabak başına patlamak: Yapılan bir hatanın veya olumsuzluğun tüm sorumluluğunun kişiye yüklenmesi, cezasını çekmesi.
Yalanları sonunda kabak başına patladı ve tüm suç onun üzerine kaldı.
kabak çıkmak: Beklenen veya istenmeyen sonuçların ortaya çıkması.
Proje tam anlamıyla bitmek üzereydi, ama kabak çıktı ve büyük bir sorun yaşadık.
kabak çiçeği gibi açılmak: Çok hızlı ve beklenmedik bir şekilde gelişmek.
Yeni iş fırsatları kabak çiçeği gibi açıldı, beklenmedik bir şekilde büyüdü.
kabak tadı vermek: Aynı şeyin sürekli tekrar etmesinden sıkılmak, bıkkınlık duymak.
Her gün aynı sorunları yaşamak kabak tadı vermeye başladı.
kabasını almak: Bir konuda fikir edinmek veya bir şeyin kaba hatlarını anlamak.
Projeye başlamadan önce işin kabasını aldık ve nasıl ilerleyeceğimizi belirledik.
kabına sığmamak: Kendisini veya hislerini kontrol edememek, taşkın davranmak.
Yeni başarısından dolayı kabına sığmıyor, her fırsatta bunu anlatıyor.
kabir suali sormak: Ölümden sonra karşılaşılacak sorulara veya ahiret hayatına dair konuşmak.
Ahirette ne olacağını düşünmek, kabir suali sormak insanı düşündürüyor.
kaç parça olayım: Büyük bir belaya düşmek veya kötü bir duruma gelmek.
Yüzlerce işin arasında nasıl kaç parça olabileceğini anlayamıyorum.
kaçacak delik aramak: Bir sorundan veya sorumluluktan kaçmak için sürekli bahaneler üretmek.
Sorunlarla yüzleşmemek için kaçacak delik arıyor, çözüm aramak yerine kaçıyor.
kaçak güreşmek: Kurallara uymadan, gizlice veya dürüst olmayan bir şekilde davranmak.
İş yerinde hakkını aramak yerine kaçak güreşmek, her şeyi gizli yapıyor.
kaçmaktan kovalamaya vakit olmamak: Bir şeyden kaçarken, aynı zamanda başka bir şeyle ilgilenmeye zaman bulamamak.
İşlerin yoğunluğundan dolayı kaçmaktan kovalamaya vakit olmuyor, her şey bir arada.
kadere razı olmak: Başına gelen olayları, olan biteni kabul etmek ve direnmemek.
Kötü haberleri aldığında kadere razı olup, hayatına devam etti.
kafa cilalamak: Zihni açmak, düşünmek veya kafa yormak.
Yeni bir proje üzerinde kafa cilalaması yapmalı, stratejiyi detaylandırmalı.
kafa kafaya vermek: İki kişi arasında fikir alışverişinde bulunmak veya tartışmak.
İki arkadaş kafa kafaya verip, iş planlarını tartıştılar.
kafa patlatmak: Bir problem üzerinde yoğun bir şekilde düşünmek veya çözüm aramak.
O sorunun çözümünü bulmak için kafa patlattık, çeşitli yöntemler denedik.
kafaları çekmek: Sıkılmak, bıkkınlık yaşamak veya bir şeyden rahatsız olmak.
Aynı konuşmaları sürekli dinlemek kafaları çekmeye başladı.
kafası almamak: Bir şeyi anlamakta zorlanmak veya kavrayamamak.
İşin karmaşıklığı kafasını almıyor, nasıl yapılacağı konusunda hala kararsız.
kafası çalışmak: Zeki ve akıllı olmak, iyi düşünmek ve problem çözmek.
Projeye yaklaşımı çok iyi, kafası çalışıyor ve her detayı düşünüyor.
kafası kızmak: Sinirlenmek, öfkelenmek.
İş arkadaşının hatalı davranışı yüzünden kafası iyice kızdı.
kafası sıyrık: Aşırı derecede sinirlenmiş, telaş içinde veya karmaşık bir durumda olmak.
O olaydan sonra kafası sıyrık durumda, durumu toparlamakta zorlanıyor.
kafası şişmek: Fazla düşünmekten veya sıkıntıdan dolayı zihni yorulmak.
Her şeyi düşünmekten kafası şişti, bir süre dinlenmeye ihtiyacı var.
kafası yerinde olmamak: Düşünceleri karışmış veya mantıklı düşünemeyen durumda olmak.
O gece çok fazla alkol aldı, kafası yerinde olmuyor ve karar veremiyor.
kafasına dank etmek: Bir şeyin aniden ve net bir şekilde anlaşılması, farkına varılması.
İşin çözümü kafasına dank etti, sonunda nasıl ilerleyeceğini anladı.
kafasına girmek: Birisinin bir konuda sürekli düşünmesini veya etkilenmesini sağlamak.
O mevzu kafasına girdi, sürekli o konuda konuşuyor ve düşünüyordu.
kafasında şimşekler çakmak: Hızlı bir şekilde düşünmek, parlak fikirler ortaya koymak.
Toplantıda kafasında şimşekler çaktı ve harika bir çözüm önerdi.
kafasını duvardan duvara vurmak: Bir sorunu çözmek için sürekli mücadele etmek, kendini zorlamak.
O projeyi bitirmek için kafasını duvardan duvara vurdu, çok emek verdi.
kafasının bir tahtası noksan olmak: Akıl veya mantık açısından eksik, garip düşüncelere sahip olmak.
Yaptığı işlerle kafasının bir tahtası noksan olduğunu herkese gösterdi.
kafaya takma: Bir şeyi fazla önemsememek veya dert etmemek.
Başarıya odaklan, başarısızlıkları kafaya takma.
kafayı üşütmek: Aşırı düşünmek, kafayı karıştırmak veya akıl sağlığıyla ilgili sorun yaşamak.
İşlerin karmaşıklığı kafayı üşütmeye başladı, çok stresli bir dönem geçiriyor.
kafese girmek: Kendini sıkışmış veya kısıtlanmış hissetmek.
İş yerinde sürekli aynı şeyleri yapmak zorunda kalıyor, kafese girmiş gibi hissediyor.
kâğıt üzerinde kalmak: Bir planın veya fikrin sadece teoride kalması, uygulanmaması.
Proje önerisi kâğıt üzerinde kaldı, gerçek uygulama aşamasına geçilemedi.
kalbi küt küt atmak: Heyecan, korku, endişe gibi duygular yüzünden kalbin hızlı bir şekilde atması.
Sınav sonucunu öğrenmek için beklerken kalbi küt küt atıyordu.
kalbini kırmak: Birine üzüntü vermek, duygusal olarak zarar vermek.
Arkadaşının söylediği sözler kalbini kırdı, çok üzüldü.
kalbura çevirmek: Bir şeyin delik deşik olması veya sıkıntılı bir durumda olması.
Yağmurdan sonra yol kalbura çevrildi, geçmek neredeyse imkansız hale geldi.
kaleyi içinden fethetmek: İçten bir şekilde güçlü bir konumu veya durumu ele geçirmek, çoğunlukla ihanet yoluyla.
Şirketin yönetim kurulu tarafından kaleyi içinden fethetti ve kendi çıkarlarını ön planda tuttu.
kalubeladan beri: Uzun bir süre, eskiden beri.
Kalubeladan beri bu köyde yaşıyorum, değişiklikleri çok iyi biliyorum.
kambersiz düğün olmaz: Her işin ve olayın kendi kuralları ve gereklilikleri vardır, bazı şeyler eksiksiz yapılamaz.
Bu işin de bir standardı var, kambersiz düğün olmaz, her şeyi eksiksiz yapmalıyız.
kambur felek: Feleğin veya kaderin zor ve sıkıntılı durumları ifade etmek için kullanılan bir tabir.
Son zamanlarda başına gelenler, kambur felek işte, her şey üst üste geldi.
kamburu çıkmak: Bir şeyin istenilen gibi gitmemesi, planların bozulması.
Proje toplantısında kamburu çıktı, planlanan tarihte tamamlanamadı.
kan beynine çıkmak: Öfke nedeniyle kanın beyne gitmesi, sinirlenmek.
Üzerine çok konuşulunca kanı beynine çıktı ve öfkeyle tepki verdi.
kan beynine sıçramak: Aşırı sinirlenmek, öfkeden kendini kaybetmek.
Tartışma sırasında kan beynine sıçradı ve kontrolünü kaybetti.
kan çanağı gibi: Çok kızarmış, öfkeden veya yorgunluktan gözleri kırmızı olmuş.
Sinirli konuşurken gözleri kan çanağı gibi olmuştu.
kan ter içinde kalmak: Çok yorulmak veya zor bir durumda olmak.
Yoğun antrenman sırasında kan ter içinde kaldı, neredeyse bayılacak gibi oldu.
kana susamak: Büyük bir öfke veya hırsla bir şeyler yapmak, birinin veya bir şeyin kanını içmek anlamında.
Rakibini mağlup ettikten sonra kana susamış bir savaşçı gibi hissediyordu.
kanadı altına almak: Koruma ve destek sağlamak.
Yeni işe başlayan genç çalışanı kanadı altına aldı ve ona rehberlik etti.
kancayı takmak: Birine kötü bir şekilde bağlı kalmak veya birine tuzak kurmak.
Ona olan bağlılığı kancayı takmak gibiydi, sürekli onun etrafında dolanıyordu.
kandilin yağı tükenmek: Bir şeyin bitmek üzere olması veya tükenmiş durumda olması.
Her şey yolunda görünüyordu ama sonunda kandilin yağı tükendi ve sorunlar baş göstermeye başladı.
kandilli küfür: Küfürlerin ağır ve kırıcı olması.
Tartışma sırasında kullandığı kelimeler, tam anlamıyla kandilli küfürlerdi.
kanı bozuk: Kötü niyetli veya karakteri kötü olan biri.
İş dünyasında karşınıza çıkan bazı insanlar gerçekten kanı bozuk, dürüstlükleri tartışılır.
kantarın topuzunu kaçırmak: Bir işte aşırıya gitmek, ölçüyü kaçırmak.
Projeyi yaparken kantarın topuzunu kaçırdı ve bütçeyi aşmak zorunda kaldı.
kapağı atmak: Güvende bir yere veya rahat bir duruma geçmek.
Uzun süren iş arayışından sonra nihayet bir yere kapağı attı ve mutlu oldu.
kapana kısılmak: Sıkışmak, çıkış yolu bulamamak.
İş yerindeki sorunlar yüzünden kapana kısıldı ve çözüm bulmakta zorlandı.
kapanın elinde kalmak: Bir şeyin veya kişinin kontrolüne geçmek.
Anlaşmazlık yüzünden işleri kapanın elinde kaldı ve çözüm bulamadı.
kapı gibi adam: Güvenilir, sağlam ve güçlü bir kişiyi tanımlamak için kullanılır.
Şirketin finansal işlerini ona emanet ettik, kapı gibi adamdır.
kapıdan kovsan bacadan girer: Bir şeyin, kişi ya da olayın her şekilde devam edeceğini veya kaçınılmaz olduğunu ifade eder.
İş görüşmesinde kabul edilmedi ama kapıdan kovsan bacadan girer misali, tekrar denedi.
kapılar yüzüne kapanmak: Bir kişinin ya da bir şeyin imkânlarının kapanması, fırsatların kaybolması.
İş teklifine kabul edilmediği için kapılar yüzüne kapanmış oldu.
kapıları kapamak: Bir şeyi tamamen kapatmak veya sonlandırmak.
Eski projelere tamamen veda edip, kapıları kapamak istedi.
kapısı açık olmak: Birinin destek sunmaya, yardıma veya iletişime açık olduğunu ifade eder.
Sorunlar hakkında konuşmak için her zaman kapısı açık, yardım etmeye hazır.
kapısını aşındırmak: Bir yere sürekli gitmek, başvuruda bulunmak.
İşe girmek için her gün kapısını aşındırdı ama bir türlü kabul edilmedi.
kara gün dostu: Zor zamanlarda yanınızda olan gerçek dost.
En zor anlarımda hep yanımda olanlar, kara gün dostumdur.
kara haber: Kötü veya üzücü haber.
Başarı hikâyeleri yerine hep kara haber aldı, morali bozuldu.
kara kara düşünmek: Endişe etmek, karamsar düşünceler içinde olmak.
Gelecekte ne olacağını kara kara düşünmekten uyuyamaz hale geldi.
Karadeniz’de gemilerin mi battı?: Çok büyük bir sorunla mı karşı karşıyasın? Genellikle birinin yaşadığı zor durumu ifade eder.
İşlerin neden bu kadar kötü olduğunu anlayamadım, Karadeniz’de gemilerin mi battı?
karaya ayak basmak: Zorlu bir yolculuktan sonra güvenli bir yere varmak, rahat bir duruma geçmek.
Uzun ve zorlu bir iş görüşmesinden sonra nihayet karaya ayak bastı ve rahatladı.
karaya oturmak: Kötü bir duruma düşmek, başarısız olmak, genellikle bir işin veya girişimin başarısızlıkla sonuçlanması.
Yatırım yaptığı iş karaya oturdu ve bütün parası boşa gitti.
karda gezip izini belli etmemek: Bir şeyin veya birinin yaptığı işin veya hareketlerin izini belli etmemek, dikkatli ve gizli hareket etmek.
Şirket içindeki planlarını karda gezip izini belli etmemek gibi yürütüyordu, kimse ne yaptığını anlayamadı.
karga bokunu yemeden: Bir işin veya durumun kötüye gitmeden, zarar vermeden önce yapılması gerekenleri yapmak.
İşlerin yolunda gitmesi için gerekli önlemleri almalı, karga bokunu yemeden her şeyi kontrol etmelisin.
karıncayı bile incitmemek: Çok nazik, hassas ve iyi niyetli olmak.
Herkes onu karıncayı bile incitmemek olarak tanımlar, çok nazik bir insandır.
karizmayı çizdirmek: İmajını, prestijini veya saygınlığını zedelemek.
Hatalı açıklamaları yüzünden karizmayı çizdirdi ve itibarını kaybetti.
karnı zil çalmak: Açlıktan midesinin guruldaması.
Uzun bir toplantının ardından karnı zil çalıyordu, hemen bir şeyler yemek istedi.
kartal gözlü: Çok dikkatli ve her şeyi görebilen biri.
O kadar dikkatli bir gözlemci ki, kartal gözlü gibi her detayı görebiliyor.
kasıp kavurmak: Bir şeyi çok iyi yapmak, özenli ve dikkatli olmak.
Yatırım işini kasıp kavurdu, her detayı titizlikle kontrol etti.
kaşık atmak: Bir işe müdahale etmek veya katkıda bulunmak.
Projeye katkıda bulunmak için kaşık attı ve ekibin gelişimine yardımcı oldu.
kaşık çalmak: Hile yapmak, işin içine şüpheli şeyler katmak.
İş anlaşmasında kaşık çaldığından şüpheleniliyor, dikkatli olmalısın.
kaşının altında gözün var dememek: Birinin gözünde gizli bir anlam veya niyet olduğunu düşünmemek.
Herkesin onunla ilgili bir şeyler düşündüğünü sanma, kaşının altında gözün var dememek lazım.
katana gibi: Keskin ve etkili, genellikle bir şeyin veya kişinin üstün niteliklerini ifade etmek.
İş yerindeki yetenekleri katana gibi, her işte başarılı.
katır kuyruğu gibi kalmak: Kötü bir durumda kalmak, sıkıntılı bir halde olmak.
Finansal kriz nedeniyle mali durumu katır kuyruğu gibi kaldı.
kaz kafalı: Zeki, kurnaz veya hilekar biri.
Her duruma uygun bir çözüm bulabilen kaz kafalı bir iş insanı.
kazan kaldırmak: Haksızlık veya olumsuz bir duruma karşı ayaklanmak, isyan etmek.
Yüksek maliyetler yüzünden kazan kaldırdı ve değişiklikler talep etti.
kazdığı kuyuya düşmek: Kendi yaptığı veya başkalarına zarar veren bir hareketin kendi aleyhine sonuçlanması.
Rüşvet almakla ilgili başkalarına baskı yaparken kazdığı kuyuya düştü ve kendisi de yargılandı.
kazık kadar: Büyük, önemli veya dikkate değer bir şeyi tanımlamak için kullanılır.
Bu işin her ayrıntısı kazık kadar önemli, dikkatlice yapılması gerekiyor.
kazık yemek: Aldatılmak veya haksızlığa uğramak.
Yatırım yaptığı projede kazık yedi, tüm parası boşa gitti.
kazın ayağı öyle olmamak: Bir şeyin görüldüğü gibi veya söylendiği gibi olmaması, gerçek durumun farklı olması.
Başlangıçta her şey mükemmel görünüyordu ama kazın ayağı öyle olmamakla çıktı, sorunlar baş gösterdi.
keçi inadı: Çok inatçı olmak, kendi bildiğini okumak.
Her konuda kendi fikrinde ısrar eden biri, keçi inadı gibi davranıyor.
kedi gibi: Sessiz ve nazik hareket etmek, dikkatli olmak.
Evdeki toplantıda herkes kedi gibi sessizdi, kimse gürültü yapmadı.
kedi gibi dört ayak üstüne düşmek: Her durumda başarılı olmak, zorluklarla başa çıkmak.
İş yerinde yaşadığı krizlerden sonra kedi gibi dört ayak üstüne düştü ve yeniden başarılı oldu.
kedi ile harara girmek: Kedi ve fare gibi çekişmek, anlaşmazlık yaşamak.
Toplantıda herkes kendi görüşünü savundu, kedi ile harara girdik, anlaşmazlıklar çıktı.
kedi ile köpek gibi: Sürekli çekişmek, anlaşmazlık yaşamak.
İki rakip şirket arasında kedi ile köpek gibi bir rekabet var, sürekli çatışıyorlar.
kel başa şimşir tarak: Hiçbir işe yaramayan veya gereksiz bir şey.
Geçmişte yapılmış bazı düzenlemeler kel başa şimşir tarak, işimize yaramıyor.
kellesini koltuğa almak: Riskli bir duruma girerek büyük bir sorumluluğu üstlenmek.
Yeni projeyi üstlenirken kellesini koltuğa aldı ve başarılı olması için her şeyi göze aldı.
kemeri dolu olmak: Maddi açıdan iyi durumda olmak, yeterli paraya sahip olmak.
İşte terfi aldıktan sonra kemeri dolu oldu ve finansal olarak rahatladı.
kemerleri sıkmak: Tasarruf yapmak, harcamaları azaltmak, ekonomik olarak tasarruf yapmaya çalışmak.
Mali kriz nedeniyle kemerleri sıktı ve gereksiz harcamaları kesti.
kendi kuyusunu kazmak: Kendi başını derde sokmak, kendi zararına olacak hareketlerde bulunmak.
O projeye yaptığı yatırımlarla kendi kuyusunu kazdı ve büyük bir zarara uğradı.
kendine yontmak: Kendi çıkarlarını ön planda tutmak, bencil davranmak.
Toplantılarda sürekli kendine yontuyor, diğerlerinin görüşlerini dikkate almıyor.
kepçe gibi: Büyük, geniş, genellikle dikkat çeken bir şeyi tanımlamak için kullanılır.
O kadar büyük bir telefon aldı ki kepçe gibi, cebinde bile zor taşıyor.
kıç atmak: Üzerine düşmediği veya ilgilenmediği bir konu hakkında sorumluluk almak istememek.
Projeyle ilgili tüm sorunlar ortaya çıkınca kıç atmayı tercih etti, sorumluluğu üstlenmedi.
kılçık atmak: Küçük, önemsiz ayrıntılarla uğraşmak, detaylara takılmak.
Toplantı boyunca hep kılçık atıyordu, her küçük detayı büyütüyordu.
kılıç kuşanmak: Cesur, savaşçı bir tavır sergilemek, mücadeleye hazır olmak.
Yeni işe başlarken kılıç kuşanmış gibi, her zorluğa karşı hazırlıklıydı.
kılıç takmak: Savaşçı veya mücadeleci bir tavır sergilemek, kararlı olmak.
Yatırım dünyasında başarılı olmak için kılıç takmış gibi çalıştı ve rakiplerini geride bıraktı.
kınalar yakmak: Genellikle birisinin evlenmesi veya bir başka önemli olay için yapılan hazırlıklar, kutlamalar.
Düğün öncesi kınalar yakıldı ve tüm köy hazırlıklara başladı.
kıran girmek: Büyük bir mücadeleye veya savaşa girmek, zorlu bir duruma düşmek.
Yeni projede kıran girdi ve tüm ekip büyük bir mücadeleye girdi.
kırdığı ceviz bini aştı: Yaptığı veya uğradığı zorluklar çok fazladır, büyük bir sıkıntıya düştü.
İş yerindeki sorunlar kırdığı ceviz bini aştı, büyük bir krizle karşı karşıya kaldı.
kırığı olmak: Bir konuda sorun yaşamak, problemi olmak.
İki arkadaş arasında sürekli tartışma çıkıyor, kırığı var gibi görünüyorlar.
kırık iğne bile vermemek: Hiçbir yardımda bulunmamak, çok cimri olmak.
Çalıştığı yerde kırık iğne bile vermemekle tanınıyor, yardımseverliği yok.
kırkı çıkmak: Genellikle bir olaydan sonra kırk gün geçmek, olayın etkisinin devam etmesi.
O olayın kırkı çıktı ve hala etkileri sürüyor.
kırkından sonra saz çalmak: Yaş ilerledikten sonra yeni bir şeyler yapmak, geç yaşta bir hobi veya ilgi edinmek.
Emekli olduktan sonra kırkından sonra saz çalmaya başladı ve büyük bir yetenek geliştirdi.
kısmeti ayağına gelmek: Şansın veya fırsatların kişinin karşısına çıkması, şansın kapıyı çalması.
İş teklifi kısmeti ayağına geldi, beklemediği bir anda büyük bir fırsat yakaladı.
kıtlıktan çıkmış gibi yemek: Çok aç veya iştahlı bir şekilde yemek yemek, aşırı şekilde yemek yemek.
O akşam yemekte kıtlıktan çıkmış gibi yedi, her şeyi bitirdi.
kız kesmek: Birine karşı ilgi göstermek, hoşlanmak.
Onun yanına sürekli kız kesiyor, ilgisini belli ediyor.
kimi kimsesi: Çevresi, tanıdıkları, destekçileri.
İş dünyasında kimi kimsesi yok, yalnız başına mücadele ediyor.
kimi kimsesi olmamak: Çevresi, destekçileri, tanıdıkları olmamak, yalnız olmak.
Bu sektörde kimi kimsesi olmamak büyük bir dezavantaj, destek arıyor.
kimsenin burnu kanamamak: Hiçbir zarar görmemek, olumsuz bir durumda kalmamak.
İş anlaşmasında kimsenin burnu kanamadı, her şey yolunda gitti.
kimseye eyvallah etmemek: Kimseye minnettarlık göstermemek, kendi başına hareket etmek.
Başarıları kendi çabasıyla elde etti, kimseye eyvallah etmedi.
kimya gibi: Çok uyumlu, mükemmel bir şekilde bir araya gelmek.
İkili iş ilişkilerindeki kimya gibi, her şey mükemmel uyum sağladı.
kin beslemek: Birine karşı öfke ve düşmanlık duyguları taşımak.
O olay yüzünden kin besliyor, bu konuda affetmeye pek niyeti yok.
kirli çamaşırlarını ortaya dökmek: Kişisel veya özel sorunları kamuoyuna açıklamak.
Aile içindeki problemleri kamuoyuna açıkladı, kirli çamaşırlarını ortaya döktü.
kokusu çıkmak: Bir şeyin veya birinin gerçek yüzünün ortaya çıkması.
Yalan söyleyen kişinin kokusu çıktı, gerçekleri sonunda anladık.
kollarını açmak: Misafirperverlik göstermek, hoşgörülü ve sıcak bir şekilde karşılamak.
Yeni arkadaşlarını karşılamak için kollarını açtı ve onları içten bir şekilde ağırladı.
koltuğunun altına sığınmak: Birinin korumasına veya yardımına ihtiyaç duymak.
Zorlu durumlarda hep patronunun koltuğunun altına sığınıyor, destek arıyor.
koynunda yılan beslemek: Kendine zarar verecek, tehlikeli bir şeyi veya kişiyi yanına almak.
İş ortamında bazı güvenilmez insanları yanına alarak koynunda yılan besledi.
koyunun kaval dinlediği gibi dinlemek: Bir konuyu ilgisiz ve dikkatsiz bir şekilde dinlemek.
Toplantıda önemli bilgileri koyunun kaval dinlediği gibi dinledi, hiçbir şey anlamadı.
köküne kibrit suyu dökmek: Bir şeyin, bir kişinin tamamen ortadan kaldırılması, yok edilmesi.
Eski alışkanlıklarını köküne kibrit suyu dökerek değiştirmeye karar verdi.
kökünü kazımak: Bir şeyi tamamen ortadan kaldırmak, yok etmek.
Bu sorunu kökünden kazıyacağız, böylece bir daha yaşanmayacak.
köpeğe hoşt, kediye pişt dememek: Herkese aynı şekilde yaklaşmak, tarafsız olmak.
İş yerinde herkesle aynı şekilde muamele ediyor, köpeğe hoşt, kediye pişt demiyor.
köprünün altından çok sular aktı: Geçmişte birçok olayın yaşandığı, zamanın geçtiği anlamında kullanılır.
O eski anlaşmazlıkların köprünün altından çok sular aktı, şimdi her şey farklı.
köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı demek: Bir zorluğun aşılmasını beklemek, sorun çözülmeden güvenmemek.
Önce köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı dememek gerek, sonra güvenebilirsin.
kör ocak: Bilinmeyen veya belirsiz bir durum, yere veya kişiye dair net bir bilgi olmadan yapılan değerlendirme.
Gelecekteki gelişmeleri kör ocakta değerlendirmek zor, kimse ne olacağını bilemez.
kör şeytanın işi yok: Kötü niyetli kişilerin genellikle işsiz olduğunu ve boş vakitlerinde kötülük düşündüklerini ifade eder.
Boş işlerle uğraşanlar genellikle kör şeytanın işi yok derler, kötülük yapacak vakitleri vardır.
körler mahallesinde ayna satmak: Herkesin bildiği bir şeyi anlatmak veya gereksiz bir bilgi vermek.
Bu açıklama körler mahallesinde ayna satmak gibi, herkes zaten biliyor.
köstek vurmak: Bir işin yapılmasını engellemek, zorlaştırmak.
Projeyi ilerletmeye çalışırken köstek vurdu, işleri daha da zorlaştırdı.
köşesine çekilmek: Geri planda kalmak, daha az dikkat çekmek.
İşlerin yoğunluğundan sonra köşesine çekildi ve daha az görünür olmaya başladı.
köşeyi dönmek: Maddi olarak rahat bir duruma geçmek, ekonomik anlamda iyi duruma gelmek.
Yeni iş teklifinden sonra köşeyi döndü, artık maddi olarak rahat bir yaşam sürüyor.
kötü yola sapmak: Yanlış, etik olmayan, olumsuz bir yola girmek.
İş hayatında biraz para kazanmak için kötü yola sapmaya başladı, bu da moralini bozdu.
kraldan çok kralcı olmak: Birine veya bir ideolojiye aşırı bağlı olmak, abartılı bir destek göstermek.
Proje liderine öyle bağlı ki, kraldan çok kralcı oldu ve her sözünü dinliyor.
kulağına kar suyu kaçmak: Bilgi edinmek, sırları öğrenmek, haber almak.
Son toplantıda kulağına kar suyu kaçtı ve önemli bir bilgiyi öğrendi.
kulağını açmak: Dinlemek, dikkatle kulak vermek.
Sunum yaparken herkese kulağını açmasını ve dikkatle dinlemesini söyledi.
kulağını çekmek: Özellikle çocuklara yapılan bir ceza, uyarı veya disiplin yöntemi.
Yanlış bir şey söylediğinde öğretmeni kulağını çekti ve doğruyu anlatmasını istedi.
kulağını çınlatmak: Bir kişinin adından veya hakkında konuşmak, hatırlamak.
Orada senin adını anarken kulağını çınlattılar, seni konuştuklarını duydum.
kulak asmak: Dikkatle dinlemek, önem vermek.
Hoca ders sırasında önemli açıklamalarda bulundu ve herkes kulak asarak dinledi.
kulak kesilmek: Dikkatle dinlemek, bilgileri dikkatlice takip etmek.
Oyun hakkında konuşulurken herkes kulak kesildi, çünkü çok heyecanlı bir gelişme vardı.
kulak tırmalamak: Hoş olmayan bir ses veya konuşma duymak, rahatsız olmak.
O gürültülü müzik kulak tırmalayıcı, çok rahatsız edici.
kulakları dolmak: Bir kişinin çok fazla konuşması veya sürekli bir şeyler duyması nedeniyle kulaklarının dolması.
Sunum sırasında kulakları doldu, çok fazla bilgi ve ses vardı.
kulu kölesi olmak: Birine tamamen bağlı olmak, onun her isteğini yerine getirmek.
O kadar bağlı ki, kulu kölesi olmuş durumda, her dediğini yapıyor.
kum gibi: Yapısı gevşek, tutunması zor, kontrol edilmesi güç.
Çalışma alanı kum gibi, her şey dağılmış ve düzenlenmesi gerekiyor.
kundak koymak: Bir şeyin, bir işin temelini oluşturmak, başlangıç yapmak.
Yeni projeyi başlatmak için kundak koymak gerekiyor, temelleri sağlam atmalısınız.
kurban vermek: Bir şey için kendinden fedakarlık yapmak, bir şeye zarar vermek.
O proje için birçok zaman ve enerji harcadı, adeta kendi kurbanını verdi.
kurdu koyunla barıştırmak: Karşıt veya düşman olanları barıştırmak, aralarını düzeltmek.
İki rakibi bir araya getirdi ve kurdu koyunla barıştırdı.
kurşun yağdırmak: Birine çok fazla eleştiri yapmak veya bir şeyi çok sert bir şekilde eleştirmek.
Toplantıda projenin eksikliklerine kurşun yağdırdı, her detayını eleştirdi.
kurtlarını dökmek: Uzun zamandır birikmiş dertleri veya sıkıntıları paylaşmak.
Dertlerini dinlerken tüm kurtlarını döktü, içindeki tüm sıkıntıları anlattı.
kuru soğuk: Soğuk hava koşullarında nem bulunmayan, kuru olan.
Kışın kuru soğuk bir hava var, üşümek için daha kalın giysiler giyilmeli.
kuruşu kuruşuna: Paranın tam olarak hesaplanması, her kuruşun sayılması.
Hesap kitap işlerini kuruşu kuruşuna yaptılar, hiçbir eksiklik yok.
kuş beyinli: Çok dar görüşlü veya akılcı olmayan, düşünmeden hareket eden.
O kişinin kuş beyinli olduğuna inanıyorum, kararlarını genellikle düşünmeden alıyor.
kuş sütüyle beslemek: Çok lüks bir hayat yaşatmak, mükemmel bir şekilde bakmak.
Çocuğuna kuş sütüyle besliyor gibi bakıyor, her şeyin en iyisini alıyor.
kuş uçurmamak: Hiçbir şeyin veya kimsenin kaçmasına izin vermemek, her şeyin kontrol altında olması.
O evde kuş uçurmamak mümkün, her şey çok düzenli ve kontrollü.
kuşa benzetmek: Bir şeyi hafif, zarif veya ilginç bir şekilde tanımlamak.
Yeni arabayı kuşa benzettim, çok hafif ve şık görünüyor.
kuyruğa girmek: Bir hizmet almak veya bir şey elde etmek için sıraya girmek.
Yeni telefon almak için kuyruğa girdi, sabahın erken saatlerinden itibaren bekliyordu.
kuyruğuna basmak: Birinin sinirini veya tepkisini çekmek, onu rahatsız etmek.
Yine de kuyruğuna bastı ve öfkeli bir şekilde yanıt verdi.
kuyruğunu kıstırmak: Çekilmek, geri adım atmak, bir konuda teslim olmak.
Haksız olduğunu anlayınca kuyruğunu kıstırdı ve özür diledi.
kuyusunu kazmak: Kendine zarar verecek şekilde hareket etmek, kendi aleyhine olan bir şey yapmak.
Bu kadar riske girerek projeyi yöneten adam, aslında kendi kuyusunu kazıyor.
kuzu postuna bürünmek: Masum ve iyi niyetli görünmek, aslında daha farklı bir amaç taşıyor olmak.
Çalışan, yönetici önünde kuzu postuna büründü, ama aslında birçok soruna yol açıyordu.
küçük dilini yutmak: Şaşkınlık veya korkudan konuşamaz hale gelmek.
Son dakika golünden sonra küçük dilini yuttu, ne söyleyeceğini bilemedi.
küçük düşmek: Kendini veya birini aşağılanmış, utanmış hissetmek.
Toplantıda herkesin önünde hatasını anlatınca küçük düştü.
küçük köyün büyük ağası: Küçük bir alanda yetki veya güç sahibi olan kişi, küçük bir çevrede önemli olmak.
Şehirde küçük köyün büyük ağası gibi hareket ediyor, her konuda söz sahibi olmaya çalışıyor.
küfelik olmak: Eşyaların ya da malzemelerin düzenli bir şekilde saklanması veya yerleştirilmesi durumu.
Depoyu düzenlerken her şeyi küfelik yapmak çok işimizi kolaylaştırdı.
küfrü basmak: Çok ağır küfürler etmek, sert şekilde hakaret etmek.
Sinirlenince küfrü bastı, herkes şok oldu.
küfür savurmak: Çok sayıda küfür etmek, hakaretler yağdırmak.
Tartışma sırasında küfür savurdu ve ortamı gerdi.
küfür yemek: Başkalarından hakaret veya kötü sözler duymak.
O gece çok küfür yedi, herkes ona hakaret etti.
kül yutmak: İğrenç bir durumla karşılaşmak, kötü bir duruma düşmek.
Bütün planları bozuldu ve kül yuttu, başarılı olamadı.
külahını havaya atmak: Şaşkınlık veya heyecan içinde ne yapacağını bilememek, öngörülemez bir şekilde davranmak.
O kadar büyük bir haber aldı ki, külahını havaya attı.
külçe gibi oturmak: Sıkışık ve rahatsız bir durumda olmak, hareket edememek.
Trafikte sıkıştığında külçe gibi oturmak zorunda kaldı, ilerleyemedi.
küp gibi: Oldukça iri, büyük ve dikkat çekici bir şekilde tanımlamak.
Yeni aldıkları masa küp gibi, odanın ortasında büyük bir yer kaplıyor.
küpe dönmek: Bir konuda sürekli aynı şeyi yapmak veya aynı durumu yaşamak.
Sürekli aynı hatayı yapıyor ve adeta küpe dönüyor.
küplere binmek: Büyük bir öfke veya sinir krizi yaşamak.
İşyerinde yapılan hatadan dolayı küplere bindi, öfkesi dinmedi.
kürek kadar dili olmak: Çok konuşkan, geveze olmak.
Toplantıda kürek kadar dili vardı, herkese her şeyi anlatmak istiyordu.
laçka olmak: Bir şeyin, bir kişinin gevşemesi, düzeninin bozulması.
O kadar çok iş birikti ki, her şey laçka oldu ve düzeni sağlamak zorlaştı.
laf ağzında kalmak: Söylenmek istenen şeyin söylenmeden kalması.
Eleştiri yapma fırsatı bulamadı ve laf ağzında kaldı.
laf atmak: Başkalarına söz söylemek, genellikle iğneleyici veya eleştirel.
Toplantıda herkes laf attı, kimse diğerinin fikrine saygı göstermedi.
laf ebesi: Konuşmayı çok seven, bolca laf yapan kişi.
Her fırsatta konuşan, laf ebesi bir kişidir.
laf geçirmek: Başkalarına küçümseyici veya alaycı şekilde laf atmak.
O, rakiplerinin başarılarını küçümseyip laf geçirdi.
laf işitmek: Başkalarının yorumlarını veya eleştirilerini duymak.
Herkes onun hakkında laf işitti, olumlu ve olumsuz yorumlar geldi.
laf kaçırmak: Bilinçli olarak konuşmaları dinlemek veya bir konuda bilgi edinmek.
Toplantı sırasında laf kaçırarak önemli bilgileri öğrendi.
laf ola beri gele: Söylenen sözlerin veya eleştirilerin önemsiz olduğunu belirtir.
Eleştiriler için laf ola beri gele, asıl önemli olan sonuçlar.
lafı ağzında kalmak: Söylenen sözlerin etkisiz kalması, unutulması veya dikkate alınmaması.
Önerilerini sundu ama lafı ağzında kaldı, kimse dikkate almadı.
lafın gümrüğü olmaz: Söylenen sözlerin sınırlarının veya kurallarının olmadığını belirtir.
Hangi konuda konuşursan konuş, lafın gümrüğü olmaz; herkes fikrini söyler.
lafına tabanca sıkmak: Söylenen sözlere sert tepki vermek, onları önemsememek.
Eleştirilerine lafına tabanca sıktı, pek ciddiye almadı.
lafını balla kesmek: Söylenen bir şeyin etkisini veya önemini artırmak, dikkat çekici hale getirmek.
Kritik noktaları vurgularken lafını balla kesti ve daha etkili oldu.
lak lak etmek: Sürekli ve gereksiz şekilde konuşmak, laf ebeliği yapmak.
Toplantıda herkes lak lak ediyordu, toplantı verimsiz geçti.
lakırtı ağzından dökülmek: Konuşurken gereksiz veya fazla bilgi vermek, çokça konuşmak.
O, sürekli lakırtı ağzından döküyor, konuştukça konuşuyor.
lakırtı taşımak: Çoğu zaman gereksiz veya anlamsız konuşmalar yapmak.
Sohbet sırasında lakırtı taşımak yerine daha anlamlı şeyler konuşmalıyız.
lakke yapmak: Çok konuşmak veya çok fazla laf yapmak.
Sürekli konuşarak lakke yaptı, bir türlü susmadı.
lala paşa eğlendirmek: Birini eğlendirmek veya o kişiyi mutlu etmek.
Parti boyunca herkesi lala paşa eğlendirdi, çok başarılıydı.
lamı cimi yok: Açık ve net bir şekilde konuşmak, lafı dolandırmadan doğrudan söylemek.
Bu işte lamı cimi yok, ya kabul edeceksin ya da reddedeceksin.
leb demeden leblebiyi anlamak: Bir kişinin ne demek istediğini hemen anlamak, önceden tahmin etmek.
O kadar deneyimli ki, leb demeden leblebiyi anlıyor.
leke sıçratmak: Bir kişinin ya da şeyin itibarını zedelemek, ona kötü bir özellik atfetmek.
Haberler leke sıçrattı, şirketin prestiji ciddi şekilde etkilendi.
leke sürmek: Bir kişiye ya da şeye kötü bir iz bırakmak, olumsuz bir etki yapmak.
Bu skandal, onun kariyerine leke sürdü.
leşini çıkarmak: Birinin kusurlarını veya kötü yönlerini açığa çıkarmak.
İhtirası yüzünden, işlerin leşini çıkardı, tüm hataları ifşa oldu.
leyleği havada görmek: Gerçekle ilgisi olmayan, hayali şeyler peşinde koşmak.
O projeyi gerçekleştirmek için leyleği havada görmek gerekiyor, çok ütopik.
leylek gibi: Uzun ve ince yapılı olmak.
Bu kadar ince ve uzun biri leylek gibi, ne kadar zarif.
leylekler getirmek: Çocuk sahibi olmak, yeni bir bebek dünyaya getirmek.
Aile bu yıl leylekler getirdi, bebekleri doğdu.
lif gibi: Çok ince, hafif veya narin olmak.
Bu kumaş lif gibi, çok hafif ve zarif görünüyor.
lime lime etmek: Bir şeyi küçük parçalara ayırmak, parçalara ayırarak zarar vermek.
O eşyayı lime lime etti, artık hiçbir parçası kalmadı.
limoni tabiatlı: Huysuz ve gergin bir kişiliğe sahip olmak, kolayca sinirlenen.
O, limoni tabiatlı biri, bir şey ters gittiğinde hemen sinirleniyor.
linç etmek: Bir kişiyi topluca ve sert bir şekilde eleştirmek veya suçlamak.
Sosyal medyada linç etmek, oldukça yaygın bir uygulama oldu.
lodos balığı: Lodos esintisiyle gelen, denizle ilgili bir terim.
Lodos balığı avında şansımız var, deniz durumuna göre.
lokman hekimin ye dediği: Sağlık açısından tavsiye edilen yiyecekleri tüketmek, sağlıklı yaşamaya özen göstermek.
Lokman hekimin ye dediği besinleri diyetine eklemelisin.
lop yumurta: Büyük ve taze yumurta.
Kahvaltıda lop yumurta yapalım, harika olur.
lügat parçalamak: Dil bilgisi veya kelime bilgisi açısından çok iyi olmak, geniş bir kelime dağarcığına sahip olmak.
Akademik yazılarda lügat parçalamak, ona büyük avantaj sağlıyor.
lülüye gelmek: Alışılmadık, beklenmedik bir durumla karşılaşmak.
Yeni proje toplantısında lülüye geldik, hiç beklenmedik sorunlar ortaya çıktı.
lüpe konmak: Dikkatle incelenmek, üzerine çok fazla durulmak.
Raporu lüpe konarak inceledi, her detayını kontrol etti.