dağ fare doğurdu: Küçük bir olayın veya durumun, büyük bir beklentiyi karşılamaması .
Yeni çıkan ürün, herkesin umutla beklediği kadar etkileyici olmadı; sonuçta dağ fare doğurdu.
dağa çıkmak: Zor bir işe girişmek veya zorlu bir mücadeleye kalkışmak .
Bu proje gerçekten büyük bir çaba gerektiriyor, adeta dağa çıkmak gibi.
dağarcıkta bir şey kalmamak: Bir kişinin bilgi veya malzeme açısından tamamen tükenmiş olması.
Tüm kaynakları tükettiği için artık dağarcıkta bir şey kalmamakta.
dağdan gelip bağdakini kovmak: Başkalarının işine karışmak veya onların kararlarına müdahale etmek .
Şirketin eski yönetici, yeni yönetime sürekli müdahale ediyordu; adeta dağdan gelip bağdakini kovmak gibi.
daha iyisi can sağlığı: Sağlığın her şeyden önemli olduğunu ifade eden bir deyimdir.
Yeni iş teklifini kabul edemedim, ama daha iyisi can sağlığı, sağlığım yerinde.
dakikası dakikasına uymaz: Zaman konusunda düzensizlik veya belirsizlik .
Toplantı saatine bir türlü uyamadık, dakikası dakikasına uymaz durumda.
dal budak salmak: Bir işin genişleyip gelişmesi .
İşletme yıllar içinde dal budak saldı ve şimdi büyük bir şirket haline geldi.
dal gibi kalmak: Hareketsiz ve ilgisiz durumda kalmak.
Toplantı sırasında herkes aktif bir şekilde katkıda bulunurken, o dal gibi kaldı.
dal kol atmak: Bir işe veya duruma müdahale etmek .
Şirketin finansal sorunlarına dal kol attı ve durumu düzeltti.
dala çıka: Bir konu hakkında netleşmeden konuşmak veya bir konuya çok fazla dalmak .
Toplantı sırasında çok fazla dala çıktı ve esas konuyu unuttu.
dalavere çevirmek: Hile veya yalanla bir işi başarmak .
İşler yolunda gitmediği zamanlarda dalavere çevirdiği söylenir.
dalga boyu aynı olmak: İki şeyin uyumlu veya benzer olması .
Projeye katılan herkesin dalga boyu aynı olduğundan, takım çok uyumlu çalışıyor.
dalgaya düşmek: Kandırılmak veya aldatılmak .
İş teklifinde yüksek maaş vaatleri ile dalgaya düştü ve sonrasında hayal kırıklığı yaşadı.
dalgayı başa almak: Zor bir durumu veya sorunu ilk başta üstlenmek .
Projeye başlamak zorunda kaldık, bu yüzden dalgayı başa alıp tüm yükü üstlendik.
dalgınlığına getirmek: Bir kişiyi dikkatsiz veya unutkan yapmak .
Sürekli yeni bilgileri unutmaya başladım, dalgınlığına getirdi beni.
dalıp çıkmak: Bir konuya derinlemesine dalmak ve sonra tekrar yüzeye çıkmak .
Kitap okurken dalıp çıkıyorum; bazen saatlerce fark etmeden okuduğum oluyor.
dalıp gitmek: Bir düşünceye veya hayale yoğunlaşmak .
İşleri düşünmekten dalıp gitmiş, çevresindeki her şeyi unuttu.
dallandırıp budaklandırmak: Bir konuyu gereksiz yere karmaşık hale getirmek .
Basit bir sorunu dallandırıp budaklandırmak yerine, direkt çözüm önerisi getirmeliydi.
dalları basmak: Bir konuda etkisiz veya yetersiz olmak .
Bu toplantıda önerileriyle dalları basan kimse olmadı.
dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı: İki yüzlülük veya ikiyüzlülük .
Herkesin önünde bir şeyler söyleyip, arkasından başka şeyler yapması dam üstünde saksağan gibiydi.
dama taşı gibi oynatmak: Bir kişiyi kontrol etmek veya yönlendirmek .
Her adımını belirleyip dama taşı gibi oynatıyor, kendi planlarına göre hareket ettiriyordu.
damak çatlatan: Çok lezzetli veya etkileyici .
Bu tatlı gerçekten damak çatlatan bir lezzete sahip.
damarına çekmek: Bir işin veya olayın içine çekilmek .
Bu yeni projeye damarıma çekti, artık tüm enerjimi buraya harcıyorum.
damarını bulmak: Bir kişinin zayıf noktasını veya hassasiyetini keşfetmek .
Rakiplerinin damarını bulmayı başardı ve onun zayıf yönlerinden yararlandı.
damdan düşer gibi: Aniden ve beklenmedik şekilde bir şey yaşamak .
O an damdan düşer gibi bir his yaşadım, tamamen şok oldum.
damga vurmak: Bir kişi veya şey üzerinde kalıcı bir etki bırakmak .
O konuşmasıyla toplantıya damga vurdu ve herkes onun fikirlerini tartıştı.
damgasını vurmak: Bir konuda güçlü bir izlenim bırakmak .
Yenilikçi tasarımıyla projeye damgasını vurdu ve herkes beğendi.
danalar gibi bağırmak: Yüksek sesle ve gürültüyle bağırmak .
Sinirli olduğu zaman danalar gibi bağırıyor, etrafı bıçak gibi kesiyor.
dananın kuyruğu kopmak: Büyük ve önemli bir olayın yaşanması .
Sonunda dananın kuyruğu koptu ve tüm gerçekler ortaya çıktı.
dandini bebek: Basit ve sıradan bir şey .
O eşyayı dandini bebek gibi değerlendirdik, aslında pek bir işlevi yoktu.
dara düşmek: Zorluk içinde kalmak veya sıkıntı yaşamak .
Son aylarda ekonomik sıkıntılardan dolayı dara düştük.
darbe vurmak: Şiddetli bir etki yapmak veya zarar vermek .
Yeni yasa tasarısı sektöre büyük bir darbe vurdu.
darbe yemek: Bir konuda olumsuz etkilenmek veya zarar görmek .
Kriz döneminde şirketler ciddi darbe yedi.
darboğazdan geçmek: Bir sıkıntı veya zorluğun üstesinden gelmek .
Proje bütçesinde bir darboğazdan geçtik ama sonunda çözüm bulduk.
darısı dostlar başına: Kişinin başına gelen iyi bir şeyin, başkalarına da olması temennisinde bulunmak.
Mezuniyetini kutlarken “darısı dostlar başına” dedik, onların da bu başarıyı yaşamasını istedik.
davar gütmek: Sürü veya büyük bir grup hayvanı yönetmek .
Çocukluk yıllarında köyde davar gütmekle meşguldüm.
davul dövmek: Gürültü yapmak veya çok dikkat çekmek .
Düğünlerde davul döver gibi ortalıkta gezer, herkesin dikkatini çeker.
davul görür oynar, mihrap görür ağlar: Kişinin bulunduğu ortamın veya nesnenin tipine göre davranışını değiştirmesi .
İşte davul görür oynar, mihrap görür ağlar; bu yüzden her ortamda farklı davranıyor.
dediği dedik, çaldığı düdük: Kendi bildiğini okuyan, başkalarının fikirlerine önem vermeyen kişi .
Yöneticimiz dediği dedik, çaldığı düdük; önerilerimizi dikkate almıyor.
dediğinden çıkmak: Söylediğinden sapmak veya değiştirmek .
Bu proje için verdiği sözden çıktı ve farklı bir yol izlemeye başladı.
defi bela kabilinden: Bir işin ya da olayın zorlaştırılmadan veya sorun çıkarmadan halledilmesi .
O işi çözerken belli başlı sıkıntılar yaşadı, ama defi bela kabilinden halletti.
defterden silmek: Bir kişiyi veya şeyi tamamen unutmak .
Eski hataları defterden silmek en iyisidir, geçmişte takılmamak gerek.
defteri dürülmek: Bir kişinin ya da olayın son bulması .
Eski projeyi defteri dürülmek zorunda kaldık, yeni bir başlangıç yapmamız gerekiyor.
defterini dürmek: Bir kişinin işlerinin veya planlarının son bulması .
Artık bu işin defterini dürmek zamanı geldi, yeni fırsatlara yelken açmalıyız.
değirmen taşının altından diri çıkar: Bir durumun zorluklarından sağ çıkmak .
Zorlu sınavlardan geçtik ama yine de değirmen taşının altından diri çıktık.
değirmenin suyu nereden geliyor?: Bir işin arka planında ne tür kaynakların olduğunu sorgulamak .
Bu kadar büyük bir yatırımın arkasında değirmenin suyu nereden geliyor, araştırmalıyız.
dehşete kapılmak: Büyük bir korku yaşamak .
O an yaşadığı kaza sonrası dehşete kapıldı ve ne yapacağını bilemedi.
deli bayrağı açmak: Çılgınca davranmak veya sıradışı hareketlerde bulunmak .
Parti sırasında deli bayrağı açtı ve herkes onun eğlenceli hareketlerini konuştu.
deli danalar gibi dönenmek: Aniden ve kontrolsüz bir şekilde hareket etmek .
Yoğun iş temposu nedeniyle deli danalar gibi dönenmekten yoruldum.
deli danalar gibi dönmek: Çılgınca ve kontrolsüz bir şekilde hareket etmek .
Kutlamada herkes deli danalar gibi dönüyordu, hiç durmadan eğlendiler.
deli divane olmak: Tamamen akıl sağlığını yitirmiş olmak .
O kadar çok stres yaşadı ki, artık deli divane olmuş gibi davranıyor.
deli etmek: Bir kişiyi çok sinirli veya üzüntülü yapmak .
Her gün aynı hataları yaparak beni deli etti.
deli kızın çeyizi gibi: Çılgınca veya karışık bir durumda olmak .
Odanın içi tamamen dağınıktı, deli kızın çeyizi gibiydi.
deli olmak işten değil: Akıl sağlığının kaybolmasının kolay olabileceği .
Sürekli strese maruz kalan bu tempoda deli olmak işten değil.
deli pösteki sayar gibi: Çıldırmış gibi davranmak veya kontrolsüz hareket etmek .
O işte başına gelen sorunlardan sonra deli pösteki sayar gibi davranmaya başladı.
deli Raziye: Çok çılgın veya kontrolsüz davranan bir kişiyi tanımlamak için kullanılır.
Toplantılarda herkesi deli Raziye gibi karşılıyor, hiç kimse onunla baş edemiyor.
deliğe girmek: Büyük bir sıkıntı veya zor durumda kalmak .
O mali kriz yüzünden deliğe girdi, tüm planları suya düştü.
delik deşik aramak: Her şeyi en ince ayrıntısına kadar incelemek veya eleştirmek .
Projeyi teslim etmeden önce her detayı delik deşik aradı.
delinin eline değnek vermek: Akıl sağlığı yerinde olmayan birine yetki vermek veya sorumluluk yüklemek .
Yönetim, delinin eline değnek vermiş gibi bu kadar sorumluluğu ona bıraktı.
deliye dönmek: Çok sinirli veya çılgın hale gelmek .
Yine geç kaldı, bu durumda deliye dönecek gibi görünüyor.
deliye her gün bayram: Çılgınca davranışları olan birinin her günün fırsat olarak görmesi .
Yatırımcı, borsa dalgalanmalarında deli gibi davranıyor; deliğe her gün bayram.
dem çekmek: İkili ilişkilerde bir şeyi beklemek veya çekmek .
İyi bir fırsat için dem çekiyoruz, umarız yakında bir gelişme olur.
dem sürmek: Bir şeyi beklemek veya zaman geçirmek .
Tatil için dem sürmek zorunda kaldık çünkü her şey son dakika değişti.
demediğini bırakmamak: Her şeyi ayrıntısıyla söylemek veya her şeyi belirtmek .
Toplantıda her ayrıntıyı demediğini bırakmamak istiyorum, her şeyi netleştirmek gerek.
demem o deme değil: Söylediğiniz şeyin kastettiğiniz anlamda olmadığını belirtmek için kullanılır.
“Zamanı dolmuş” dediğimde demem o deme değil, sadece geçici bir durumdan bahsediyorum.
demeye kalmamak: Söylediğiniz şeyin hemen gerçekleşmesi .
Planları yaparken demeye kalmadan olaylar gelişti ve her şey değişti.
demir almak: Bir şeyden ders çıkarmak veya tecrübe edinmek .
O zor işlerden demir aldı ve daha dikkatli olmaya başladı.
demir gibi olmak: Sağlam ve güçlü olmak .
Bu performansın ardından moralim demir gibi oldu, hiçbir şey beni yıkamaz.
demir leblebi: Çok sert ve dayanıklı bir şey .
Eski köy evinin kapısı demir leblebi gibi, hiç bozulmuyor.
denizi geçip çayda boğulmak: Büyük bir başarıya ulaştıktan sonra küçük bir hatadan dolayı başarısız olmak .
İş projelerini başarıyla tamamladı, ama küçük bir detayda hata yaparak denizi geçip çayda boğuldu.
derdini Marko Paşa’ya anlat: Kişinin sorununu önemli veya etkili birine anlatması gerektiğini ifade eder.
Proje sorunlarını çözmek için yetkililere iletmen gerek; derdini Marko Paşa’ya anlat.
dereden tepeden konuşmak: Konuşulan şeyin konuya uygun olmaması veya düzensiz bir şekilde yapılması .
Konuşurken dereden tepeden konuştu ve kimse ne demek istediğini anlayamadı.
dereyi görmeden paçaları sıvamak: Bir durumu veya problemi yeterince görmeden hareket etmek .
Önce işin detaylarını öğrenmeden harekete geçti; dereyi görmeden paçaları sıvamıştı.
derinlere dalmak: Bir konuya veya düşünceye derinlemesine yoğunlaşmak .
Kitap okumaya başladığında derinlere dalıyor ve saatlerin nasıl geçtiğini fark etmiyor.
derisi kemiklerine yapışmak: Bir kişinin çok zayıf veya hasta görünmesi .
Hastalıktan sonra derisi kemiklerine yapışmış durumda, sağlık durumunu iyileştirmesi gerekiyor.
derisini yüzmek: Bir kişiyi zor durumda bırakmak veya ona zarar vermek .
O sıkıntılı süreçte derisini yüzdü ve işini kaybetti.
destan gibi: Çok etkileyici veya uzun bir şey .
Bu başarı öyküsü destan gibi, herkesin ilgisini çekti.
deve kuşu gibi başını yere gömmek: Sorunları görmezden gelmek veya kaçmak .
Sorunlar göz önündeyken deve kuşu gibi başını yere gömmek yerine, çözüm aramalı.
deveye hendek atlatmak: Büyük bir zorluğu aşmak veya başarmak .
İşyerinde birçok zorluk yaşandı, ama deveye hendek atlatmayı başardık.
deveyi hamuduyla yutmak: Bir işin tüm yönleriyle başa çıkmak veya her şeyle ilgilenmek .
Bu projeyi devraldığında deveyi hamuduyla yutmak zorunda kaldı, her detayla ilgilenmek durumunda kaldı.
deveyi havutuyla yutmak: Aynı şekilde büyük bir işin tüm yönleriyle başa çıkmak .
Proje başlangıcında tüm ayrıntıları göz önünde bulundurarak deveyi havutuyla yutmak zorundaydı.
deyip de geçmek: Bir konuyu yüzeysel olarak ele almak .
Önemli detayları göz ardı ederek deyip de geçmek yerine, her yönüyle incelemek gerek.
deyip de geçmemek: Bir konuya yeterince önem vermek veya üzerine düşünmek .
Yatırım kararını alırken deyip de geçmemek, her detayı analiz etmek önemlidir.
dırdır etmek: Sürekli şikayet etmek veya söylenmek .
Her fırsatta işten şikayet ederek dırdır etmekten bıktım.
dış kapının dış mandalı: Bir kişinin veya şeyin dışarıdan gelen etkilerden veya sorunlardan haberi olmaması.
İş yerindeki yeni düzenlemeler onun için dış kapının dış mandalı gibiydi.
dışı seni, içi beni yakar: Görünüşte bir şey başkasına zarar vermezken, aslında kişinin kendisine zarar verdiği .
O öneriler dışı seni, içi beni yakar; herkes için iyi olmayabilir.
dibi düşmek: Çok kötü bir duruma düşmek .
Mali kriz yüzünden şirketin durumu dibi düştü.
didik didik etmek: Bir şeyi ayrıntılarıyla incelemek veya araştırmak .
Raporları didik didik etti ve her eksik detayı buldu.
dik başlı: İnatçı ve kendi bildiğini okuyan kişi .
O işteki başarısızlığına rağmen dik başlı davranmaya devam ediyor.
dikili ağacı olmamak: Sahiplenilecek veya güvenilecek bir konumda olmamak .
Yöneticinin bu projede dikili ağacı yok; dolayısıyla sorumluluk almak istemiyor.
dilenemez dilenci: Herhangi bir yardım veya destek alamayacak durumda olan kişi .
Durumu o kadar kötü ki, dilenemez dilenci gibi yardım beklemekte.
dili bir karış: Çok sessiz ve konuşmayan kişi .
Toplantıda dili bir karış uzundu; hiç konuşmadı.
dili çetrefilli olmak: Konuşurken karmaşık ve anlaşılması zor olmak .
Sunumunu dinlerken dili çetrefilli oldu ve ne dediğini anlamakta zorlandık.
dili tutulmak: Şaşkınlıktan veya utançtan dolayı konuşamaz hale gelmek.
Şaşırtıcı haberi duyduğunda dili tutuldu ve hiçbir şey söyleyemedi.
dili varmamak: Bir konuda konuşmaya yeteneği veya cesareti olmamak.
O kadar sinirliydi ki, dili varmamakta ve hiçbir şey söylememekte kararlıydı.
dilini zaptetmek: Konuşmalarını kontrol altına almak veya susturmak .
Tartışmaların büyümemesi için dilini zaptetmek zorundaydı.
dilinin altındaki baklayı çıkarmak: Bir kişinin sakladığı bir sırrı veya düşünceyi açıklamak .
Sonunda dilinin altındaki baklayı çıkardı ve gerçekleri anlattı.
dilinin altındaki baklayı çıkartmak: Aynı şekilde bir kişinin sakladığı bir sırrı veya düşünceyi açıklamak .
Bu konuda sessiz kalmak yerine dilinin altındaki baklayı çıkartmalı.
dillere düşmek: Çok konuşulan veya yaygın olarak bilinen bir kişi veya konu olmak.
Yeni yaptığı proje sayesinde dillere düştü ve herkes ondan bahsediyor.
direksiyon sallamak: Araç kullanmak , bazen de yönlendirme anlamında metaforik olarak kullanılır.
Uzun yolculuk sırasında direksiyon sallamak zorunda kaldım.
dirsek çevirmek: Bir işte veya durumda hile yapmak veya manipülasyon yapmak .
Yöneticinin bu hileyle dirsek çevirdiğini ve kuralları çiğnediğini düşünüyorum.
diş geçirememek: Bir şeyi etkileyememek veya başaramamak .
Yetersiz hazırlık yüzünden projeye diş geçiremedik.
diş göstermek: Birine karşı cesaret veya tehdit göstermek .
Rakiplerine diş gösterdi ve nasıl başa çıkacaklarını göstermek zorunda kaldılar.
dişini sıkmak: Zor bir durumda sabırlı ve dayanıklı olmak .
Bu zor süreçte dişini sıkmak zorunda kaldı, umarım yakında işler yoluna girer.
dişini sökmek: Zor bir durumda büyük bir çaba sarf etmek .
Proje sürecinde dişini sökmek zorunda kaldı, ama başarılı oldu.
dişinin kovuğuna yetmemek: Yetersiz veya eksik olmak .
Bu iş için gerekli kaynaklar dişinin kovuğuna yetmemekte; daha fazla desteğe ihtiyacımız var.
dişlek kodaman: Sosyal veya ekonomik olarak güçlü, ancak dişleriyle bir şeyler yapamayan kişi .
Güçlü biri olduğu halde bazı konularda dişlek kodaman gibi davranıyor.
dişleri dökülmek: Yaşlanmak veya güçsüzleşmek .
Yaşlandıkça dişleri dökülmeye başladı ve artık çiğneme güçlüğü çekiyor.
divaneye dönmek: Aklını yitirmek veya çok tuhaf davranmak .
İşlerin karmaşası içinde divaneye döndü ve ne yapacağını şaşırdı.
diz dize oturmak: Yan yana oturmak veya yakın ilişkilerde olmak .
Eski arkadaşlarla bir araya gelip diz dize oturduk ve eski günleri yad ettik.
dizginleri eline almak: Bir işin kontrolünü tamamen ele geçirmek .
Proje kriz durumdaydı ve lider dizginleri eline alarak durumu toparladı.
dizginleri gevşetmek: Bir şeyi daha serbest bırakmak veya kontrolü gevşetmek .
Proje ilerledikçe dizginleri gevşetti ve ekip üyelerine daha fazla özgürlük tanıdı.
dizginleri salıvermek: Tamamen serbest bırakmak .
Her şey yolunda olduğunda dizginleri salıverdi ve yaratıcı özgürlüğe izin verdi.
doğduğuna inanıp öldüğüne inanmamak: Bir şeyin yaşam süresine dair kesin bir yargıya varmak .
Yeni projeyi başlattık, ancak doğduğuna inanıp öldüğüne inanmamak lazım, gelişmeleri takip etmek gerekiyor.
doğmamış çocuğa don biçmek: Henüz gerçekleşmemiş bir olay için plan yapmak veya tahminlerde bulunmak.
Proje onaylanmadan doğmamış çocuğa don biçmek gibi davranma, önce kesinleşmesini bekle.
dokuz doğurmak: Bir durumu dikkatli bir şekilde değerlendirmek veya çok dikkatli olmak .
İş yerindeki her yeni değişiklikte dokuz doğurmak zorundayız, her detayı incelemeliyiz.
dokuz köyden kovulmuş: Herkes tarafından dışlanmış veya kabul edilmemiş olmak .
Çalıştığı yerden ayrılmak zorunda kaldı, şimdi dokuz köyden kovulmuş gibi hissediyor.
dolmaları yutmak: Herhangi bir işte çok yetenekli veya başarılı olmak .
Yeni tarifleriyle dolmaları yutmakta, gerçekten bu işi çok iyi yapıyor.
domuzdan kıl koparmak: Çok zor bir işi başarmak veya değerli bir şeyi elde etmek .
Bu proje için çok uğraştı, adeta domuzdan kıl koparmak gibi bir çaba sarf etti.
dona kalmak: Şaşkınlık veya korkudan hareketsiz kalmak .
Beklenmedik bir haber aldığında dona kaldı ve ne yapacağını bilemedi.
dost acı söyler: Gerçek dostlar, acı bile olsa doğruyu söyler .
O, her zaman dost acı söyler; hatalarını yüzüne vurur ve bunu kişisel almazsan, iyiliğini düşünür.
dost kazığı: Bir arkadaşın, dost olarak görünmesine rağmen size zarar vermesi .
Ona güvenip verdiği tavsiyeyi uyguladım ama sonuç dost kazığı oldu.
dosta düşmana karşı: Her durumda destek olma veya yardımcı olma .
Her zaman dostuna düşmana karşı çıkmak gerek, gerçek arkadaş böyle olur.
dostlar başına: Zorluklar veya sorunlarla karşılaşan bir kişinin durumunu belirtirken kullanılır.
O kadar büyük bir sıkıntıya düştü ki, dostlar başına!
dosya açmamak: Bir şeyi veya kişiyi göz ardı etmek veya önemsememek .
O olayla ilgili dosya açmamak en iyisi, zamanla unutulur.
doyumluk değil tadımlık: Bir şeyin küçük miktarda veya kısa süreli olduğunu belirtir.
Bu tatlılar doyumluk değil tadımlık; çok hafif ve sadece bir parça yeter.
dozunu kaçırmak: Bir şeyin aşırıya kaçmak veya gereğinden fazla yapmak .
İkili ilişkilerde dozunu kaçırmak, tarafları zora sokabilir.
Döner taşım yok öter kuşum yok: Kendini göstermek veya öne çıkarmak için malzemeleri veya donanımı eksik olan .
Bu etkinlikte tüm hazırlıklar eksikti; döner taşım yok öter kuşum yok gibiydi.
dört ayak üstüne düşmek: Başarılı bir şekilde kriz veya zor durumdan çıkmak .
İş yerindeki krizi dört ayak üstüne düştü ve her şey eski düzenine döndü.
dört göz bir evlat için: Çok beklenen veya önemli bir şey için büyük bir sabır ve özlem .
Oğlunun mezuniyet töreni için dört göz bir evlat için bekledi.
dört yanı deniz kesilmek: Etrafın tamamen denizle çevrilmiş olması .
Tatil köyü dört yanı deniz kesilmiş bir yer, manzarası muhteşem.
dörtnala kaldırmak: Hızla ve büyük bir enerjiyle hareket etmek .
Proje ilerleyişi dörtnala kaldırdı ve sonuçlar kısa sürede geldi.
döviz kaçırmak: Yatırımlarda para kaçırmak veya kayıptan kaçınmak .
Mali kriz döneminde döviz kaçırmak zorunda kaldı, çünkü tasarruflarını korumak istedi.
dudak büzmek: Bir şeye karşı küçümseyici bir tavır takınmak veya memnuniyetsizlik göstermek .
Yatırım raporunu okurken dudak büzdü, sonuçları beğenmedi.
dudukuşu: Üzerinde konuşulmaması gereken veya önemsiz bir konu .
O konu tamamen dudukuşu; önemli bir şey değil, üzerinde durmaya gerek yok.
dumanı üstünde: Bir şeyin yeni veya sıcak olduğunu belirtmek .
Yeni alınan araba dumanı üstünde, daha dün çıktı bayiden.
dumur olmak: Şaşkınlığa düşmek veya afallamak .
Aniden gelen haberle dumur oldu ve ne yapacağını bilemedi.
durup dinlenmeden: Sürekli veya kesintisiz bir şekilde devam etmek .
İşler o kadar yoğun ki, durup dinlenmeden çalışmak zorundayım.
Dut yemiş bülbüle dönmek: Çok üzülmek veya moralinin bozulması .
İşler kötü gittiğinde dut yemiş bülbüle dönüyor, yüzü asılıyor.
duyguları okşamak: Bir kişinin duygusal olarak tatmin olması veya mutlu olması .
Güzel bir hediye almak duyguları okşamak gibiydi, çok mutlu oldum.
düdük gibi olmak: İlgisiz veya önemsiz görünmek .
Toplantıda öyle düdük gibi oturdu ki, hiç katkı sağlamadı.
düğün değil bayram değil eniştem beni niye öptü: Gereksiz veya uygunsuz bir davranışı ifade eden bir deyimdir.
Yatırım kararlarını görüşürken ani bir değişiklik yapmak, düğün değil bayram değil eniştem beni niye öptü gibi bir durum yaratabilir.
düğün dernek, hep bir Her durumda benzer bir örnek ya da model olmak .
Her toplantıda aynı sorunları tartışıyoruz; düğün dernek, hep bir örnek.
dümdüz etmek: Bir şeyi tamamen düz hale getirmek veya düzenlemek .
Çalışma alanını dümdüz etmek istiyorum, her şey yerli yerinde olmalı.
dümen suyundan gitmek: Birinin izinden gitmek veya onun etkisinde kalmak .
Başarılı yöneticilerin dümen suyundan giderek kariyerimde ilerlemek istiyorum.
dünya kazan ben kepçe: Her şeyin gereğinden fazla veya aşırı olduğunu belirtir.
Her projede bu kadar ayrıntıya takılmak, dünya kazan ben kepçe, biraz da esnek olmalı.
dünyadan el etek çekmek: Toplumdan veya sosyal yaşamdan uzaklaşmak .
Emekli olduktan sonra tamamen dünyadan el etek çekmek ve huzurlu bir yaşam sürmek istiyor.
dünyaya gözlerini açmak: Dünyaya gelmek, doğmak .
Yeni bir bebek dünyaya gözlerini açtı ve aile büyük bir sevinç yaşadı.
dünyaya gözlerini kapamak: Ölmek veya hayata veda etmek .
Yaşlı bir insanın dünyaya gözlerini kapaması, hayat döngüsünün doğal bir parçasıdır.
dünyaya kazık çakmak: Dünyayı değiştirmek veya önemli bir etki bırakmak .
O yenilikçi projeyle dünyaya kazık çakmayı başardı ve sektörde devrim yarattı.
dünyaya kazık kakmak: Aynı şekilde dünyayı değiştirmek veya etkili bir şey yapmak .
Şirketin başarıları, dünyaya kazık kakmak anlamına geliyor, büyük bir etki yarattı.
dürbünün tersiyle bakmak: Bir durumu veya olayı yanlış anlamak veya küçümsemek .
Sorunları çözmek yerine dürbünün tersiyle bakmak, problemi daha da büyütür.
düşeş atmak: Şanssız bir durumla karşılaşmak veya kötü bir sonuç almak .
Şanslı bir gün geçiremedim; birçok düşeş atmak zorunda kaldım.
düşte görse hayra yormamak: Bir şeyi olumlu olarak değerlendirmemek veya şansa bağlı olmamak .
Bu kadar büyük bir başarıyı düşte görse hayra yormamak gerek, dikkatli olmalıyız.
düşük yapma: Tıbbi bir durum olarak hamilelik sırasında bebeğin ölmesi .
Gebelik sırasında bazı komplikasyonlar nedeniyle düşük yaptı.
düşünüyorum, öyleyse varım: Düşünme yetisinin, varlık ve bilincin kanıtı olduğuna inanmak .
Felsefi tartışmalarda “düşünüyorum, öyleyse varım” düşüncesini ele aldık.
düzlüğe çıkmak: Zor bir durumu atlatarak rahatlamak veya düzelmek .
Proje sürecindeki zorlukları aştık, şimdi nihayet düzlüğe çıktık.
Ebussuut Efendi’nin gelini: Ünlü bir kişiye veya onun ailesine ait olmak .
İş dünyasında, başarılarıyla Ebussuut Efendi’nin gelini gibi saygı görüyor.
Ebusuut Efendi’nin torunu: Aynı şekilde ünlü bir kişinin torunu olmanın getirdiği avantajları belirtir.
Aile mirası ve gelenekleri sayesinde Ebusuut Efendi’nin torunu gibi ayrıcalıklı.
ecel beşiği: Ölümün kaçınılmaz olduğunu belirtir, ölüme dair bir ifade olarak kullanılır.
Sağlık problemleri nedeniyle her an ecel beşiğinde olabiliriz.
eceline susamak: Ölümün yaklaşması .
Yaşlılık ve hastalıklar nedeniyle eceline susamış durumda.
edepsizliği gündeliğe takılmak: Kötü davranışların veya edepsizliğin sürekli hale gelmesi .
Edepsizliği gündeliğe takılmak gibi, her fırsatta saygısızlık yapıyor.
efendilik yapmak: Kendisini üstün ve saygıdeğer biri olarak göstermek .
Toplantılarda sürekli efendilik yapmak yerine, gerçek yeteneklerini göstermesi gerekiyor.
efendizadem: Eski bir hitap ifadesidir; efendi .
Toplantı sırasında eski bir dostu görüp, “Efendizadem” diyerek selamlaştı.
eğrisi doğrusuna gelmek: Her şeyin zamanla kendine döneceği, yerli yerine oturacağı .
Başarısızlıklar geçici, eğrisi doğrusuna gelir ve her şey yoluna girer.
ekmeği dizinde: Geçim kaynağını, rızkını sağlayan kişinin durumunu belirtir.
İşten çıkarıldıktan sonra ekmeği dizinde değil, sıkıntılı bir dönem geçirdi.
ekmeğine yağ sürmek: Birinin işine yardım ederek ya da iyi davranarak onu desteklemek .
İş yerinde başarılı olmak için patrona ekmeğine yağ sürmek gerekiyor.
ekmeğini eline almak: Geçim kaynağını kazanmak .
Kendi işini kurarak ekmeğini eline almaya başladı.
ekmek elden su gölden: Kolay ve rahat bir yaşam .
O kadar iyi bir işte çalışıyor ki, ekmek elden su gölden gibi bir yaşam sürüyor.
ekrut: Çeşitli anlamlarda kullanılan, özellikle iş yerlerinde belirli görevleri ifade eden bir terimdir.
Yeni görevler alarak iş yerinde ekrut pozisyonunda çalışıyor.
el ayak çekilmek: Bir şeyden uzaklaşmak veya bir ortamdan çıkmak .
İşler kötü gidince, hızla el ayak çekilmek zorunda kaldı.
el ele vermek: Bir işi birlikte yapmak veya yardımlaşmak .
Projeyi başarıyla tamamlamak için tüm ekip el ele verdi.
el üstünde gezmek: Birini çok özel ve ayrıcalıklı görmek .
Yeni çalışanı el üstünde gezdiriyorlar, çünkü çok yetenekli.
elemtere fiş kem gözlere şiş: Kötü gözlerden veya nazardan korunmak için kullanılan bir ifadedir.
Yeni arabayı elemtere fiş kem gözlere şiş diyerek nazardan korumak istiyorlar.
eli ayağı birbirine dolanmak: Karışıklık veya karmaşaya düşmek .
Çalışma sırasında tüm belgeler karıştı ve eli ayağı birbirine dolandı.
eli ayağı olmak: Birisinin yardımcısı veya destekleyeni olmak .
Yeni projede tüm işlerin eli ayağı oldum, her şeyi ben organize ettim.
eli ayağı titremek: Heyecan veya korkudan titremek .
Sunum yaparken eli ayağı titredi, çok heyecanlıydı.
eli çabuk: İş yapma konusunda hızlı ve becerikli olmak .
O, eli çabuk bir marangoz; işi hızla bitiriyor.
eli kolu bağlı kalmak: Bir işte veya durumda sınırlı olmak veya hareket edememek .
Bürokratik engeller yüzünden eli kolu bağlı kalmak zorunda kaldı.
eli sıkı: Paraya karşı cimri veya tutumlu olmak .
Evin sahibi eli sıkı bir adam, kirayı zamanında almakta çok titiz.
eli sopalı: Sert ve otoriter olmak .
Yönetici eli sopalı biri; kurallara çok dikkat ediyor.
eline sağlık: Bir işin iyi yapıldığını veya yapılan işten memnuniyet duyulduğunu ifade eder.
Yemek gerçekten harika olmuş, eline sağlık.
eline vur ekmeğini ağzından al: Birinin emeğine zarar vermek veya onu engellemek .
Yeni düzenlemeler, çalışanların eline vurup ekmeğini ağzından alıyor gibi.
elini kana bulamak: Kötü bir iş yapmak, birine zarar vermek .
Bu tür işlerle elini kana bulamamalı, etik olmayan şeylerden uzak durmalı.
elini vicdanına koyarak konuşmak: İçten ve samimi olarak bir şey söylemek .
Elini vicdanına koyarak konuştu ve tüm doğruları söyledi.
elinin hamuruyla erkek işine karışmak: Kadınların erkek işlerine karışmaması gerektiğini belirten bir ifadedir.
Bu proje tamamen erkek işi; elinin hamuruyla erkek işine karışma.
emeği geçmek: Bir işte katkısı olan, çaba gösteren kişi olmak .
Başarılı projede herkesin emeği geçti; katkıda bulunan herkese teşekkürler.
emmeli gömmeli: Hem iyi hem de kötü özelliklerin bir arada olması .
Projede hem olumlu hem de olumsuz yönler var, emmeli gömmeli bir durum.
Ermeni gelini gibi: İşlerin veya davranışların abartılı ve dikkat çekici olması .
O kadar süslü giyinmiş ki, Ermeni gelini gibi dikkat çekiyor.
Ermeni gelini gibi kırıtmak: Abartılı veya aşırı bir şekilde kendini göstermek .
Yeni arabasıyla Ermeni gelini gibi kırıtmak istemiyor, daha sade bir yaşam tercih ediyor.
ervahlarına yuf olsun: Ölen veya kaybolan kişilere yönelik bir anma veya dua .
Geçmişteki dostları için ervahlarına yuf olsun diyerek anma düzenledi.
esen kalmak: Sağlıklı ve huzurlu olmak .
Tatilden dönerken herkesin esen kalmasını diledim.
eski hamam eski tas: Eski düzenin veya alışkanlıkların devam etmesi .
Yeni yönetim değişikliğine rağmen eski hamam eski tas, hiçbir şey değişmedi.
eski köye yeni âdet getirmek: Yeni bir şeyin, eski alışkanlıkları değiştirmeye çalışması .
O kadar yeni fikir önerdi ama eski köye yeni âdet getirmek gibi oldu; kimse alışamadı.
eskisini aratmak: Öncekinden daha kötü bir duruma düşmek .
Yeni sistem eski düzeni aratıyor; işlerin daha da kötüleştiğini düşünüyorum.
eşeğe gücü yetmeyip semerini dövmek: Kendi eksikliklerini başkalarına yüklemek .
İşteki başarısızlıklarını başkalarına yükleyip, eşeğe gücü yetmeyip semerini dövüyor.
eşek başı mısın: Bir kişinin akıl veya mantık eksikliği .
Bu kadar basit bir hatayı yapman, eşek başı mısın gibi bir durum yaratıyor.
eşek hoşaftan ne anlar: Bir şeyin anlamını veya değerini anlamayan kişi .
Ona bu karmaşık konuyu anlatmanın anlamı yok, eşek hoşaftan ne anlar ki?
eşek sikine kelebek konmuş gibi: Bir kişinin gereksiz yere büyüklenmesi veya kendini beğenmesi .
O yeni başarısı karşısında eşek sikine kelebek konmuş gibi davranıyor.
eşekten düşmüş karpuza dönmek: Bir kişi kötü bir duruma düştüğünde kullanılan bir ifadedir.
İşteki hatalar yüzünden tamamen eşekten düşmüş karpuza döndü.
eşiğine yüz sürmek: Bir yere büyük bir saygı göstermek veya orada çok zaman geçirmek .
O mekânda uzun yıllar çalıştı ve eşiğine yüz sürdü, orayı ev gibi gördü.
eşref saati gelmek: Bir kişinin en iyi veya en şanslı zamanının gelmesi .
Sonunda eşref saati geldi ve hayalindeki işe başladı.
eşşeğin amına su kaçırmak: Bilinçli olarak sorun yaratmak veya dikkat çekmek .
Her toplantıda kaos yaratması, eşşeğin amına su kaçırmak gibi bir durum yarattı.
et et üstüne koymamak: Bir konuda yeterince ilerleme kaydetmemek veya sorunları çözmemek .
Proje ilerlemiyor, et et üstüne koymamak gibi bir durum var.
eteği tutuşmak: Aşırı kıskançlık veya sıkı denetim .
Eşi her hareketini dikkatle izliyor, eteği tutuşmak gibi bir durum var.
etek belde: Kadın giysileriyle ilgili bir ifade olup, daha çok kıyafetlerin yerini belirtir.
Geleneksel elbiselerde etek belde, daha zarif bir görünüm sağlar.
etekleri uzamak: Yaşlılık veya deneyimle birlikte kişinin davranışlarının değişmesi .
Yaş ilerledikçe etekleri uzamak gibi, daha sabırlı ve anlayışlı hale geliyor.
ev ev dolaşmak: Her yeri gezmek veya bir şey aramak .
Eski eşyaları bulmak için ev ev dolaştı.
evi sırtında: Geçim sağlamak veya sürekli hareket halinde olmak .
Yeni işinde evi sırtında gibi sürekli seyahat ediyor.
evlerden ırak: Çok uzak bir yer .
Bu köy evlerden ırak, şehir merkezine oldukça uzak.
eyere de gelir semere de: Her şeyin belli bir değeri veya yararı olduğunu belirtir.
Her işin kendi zorlukları ve getirileri var; eyere de gelir semere de.
ez ez de suyunu iç: Zorlu bir işi veya durumu kabul etmek .
İşyerindeki sıkıntılar devam ediyor, ez ez de suyunu iç, yapacak bir şey yok.
ezan okumak: Namaz vakti olduğunda camilerde ezan okumak .
Sabah ezanını caminin minaresinden duydum.
ezilip büzülmek: Büyük sıkıntı veya zor bir durumda kalmak .
İşlerin yoğunluğu yüzünden sürekli ezilip büzülüyor.