Muhakemetü’l Lugateyn, 15. yüzyılın ünlü Çağatay şairi ve düşünürü Ali Şir Nevai tarafından kaleme alınmış bir eserdir. Nevai, bu yapıtında Arapçanın üstünlüğünü kabul ettikten sonra Türkçenin Farsçaya kıyasla daha zengin ve üstün bir dil olduğunu savunur. Özellikle Türkçenin zengin kelime hazinesi ve fiil çeşitliliği gibi unsurları öne çıkararak bu görüşünü destekler.
Nevai, Türkçenin Farsçadan üstün olduğunu kanıtlarken aynı zamanda, dönemin yaygın eğilimi olan Farsça ile şiir yazma alışkanlığını da eleştirir. Bu eser sayesinde Türk dilinde şiir yazma geleneğinde önemli bir ilerleme kaydedilmiştir.
Eserde, Türkçenin Farsçaya oranla daha esnek bir dil olduğu belirtilir. Türkçenin çok anlamlı kelimeler bakımından zengin olduğu, buna karşın Farsçada bu çeşitliliğin bulunmadığı dile getirilir. Nevai, bu duruma örnek olarak “ördek” kelimesini verir; Türkçede bu kavramın dokuz farklı kelimeyle ifade edilebildiğini, Farsçada ise yalnızca bir kelimeyle karşılandığını belirtir.
Nevai, hayatı boyunca Türkçenin gelişimine ve yaygınlaştırılmasına büyük emek vermiştir.
Muhakemetü’l Lugateyn’in Temel Özellikleri
- Eserin adı, “iki dilin karşılaştırılması” anlamına gelir.
- Küçük hacimli olmasına rağmen içerdiği bilgilerle derin bir deniz gibidir.
- Nevai, eserde Arapça, Hintçe, Farsça ve Türkçeyi dünyanın başlıca dilleri olarak sıralar.
- Çağatay Türkçesi ile yazılmıştır.
- Eser, dil bilgisi kitabı olarak yazılmış olmasına rağmen, Türk kültürü, sosyal yaşamı ve siyasal olaylar hakkında da önemli bilgiler içerir.
- Nevai, eserinde çağdaşı olan bazı kimselerin Türkçeyi küçümsemelerini eleştirir.
Muhakemetü’l Lugateyn’den (Özetlenmiş Haliyle)
“Anadilim üzerine düşünmeye başladım. Türkçenin derinliklerine indikçe, gözlerime, on sekiz bin alemden daha yüce bir dünya göründü. Bu dünyanın süslenmiş gökyüzü, dokuz kat gökten bile daha yüksekteydi. Bu alemdeki erdemlerin, yüceliklerin incileri, yıldızlardan bile daha parlaktı.
Bu dünyanın bahçesine adım attım; oradaki güller, adeta güneş gibi parlıyordu. Gözle görülmemiş, el değmemiş nice hazineler vardı. Fakat bu tılsımlı dünyanın yılanları oldukça ürkütücüydü, güllerin dikenleri ise bir hayli zorluydu. O zaman düşündüm ve dedim ki:
Demek bizim Türk ozanları, bu zorluklardan ve engellerden çekindikleri için Türkçeyi bırakıp Farsçaya yönelmişler. Böylece bu dünyadan uzaklaşmışlar…
Fakat ben, bu dünyadan vazgeçmedim. Ne korktum ne de geri çekildim. Zorlukları aştım, güçlüklerle savaştım ve hiçbir emeği esirgemedim. Bu dünyanın aydınlık meydanlarında, ilhamımın şahlanan atını sürdüm. Hayalimin asi kuşunu sınırsız gökyüzüne saldım.”
(İ. Rafet Işıtman Çevirmesi, TDK, 1941)