maça beyi gibi kurulmak: Kendini oldukça iyi veya güçlü bir şekilde göstermek, kendine güvenli bir şekilde davranmak.
İş toplantısında maça beyi gibi kuruluyordu, herkes onun kendine olan güvenini fark etti.
madalyonun öteki yüzü: Bir olayın ya da durumun başka bir, genellikle olumsuz yüzünü ifade etmek.
İşin görünüşü güzel ama madalyonun öteki yüzü, aslında oldukça karmaşık.
mahalle çocuğu: Mahalledeki çocuklardan biri olarak tanınan, genellikle samimi ve sıradan biri.
Onun mahalle çocuğu gibi tavırları var, samimi ve doğal.
mahkemede dayısı olmak: Mahkeme veya yasal süreçlerde arka planda destekçi veya tanıdık olan birinin olması.
O davada mahkemede dayısı olmak, ona büyük avantaj sağladı.
mahkemeye düşmek: Bir dava sürecine girmek, yasal sorunlarla karşılaşmak.
İş anlaşmazlıkları yüzünden mahkemeye düştü, uzun bir süreç başladı.
makara geçmek: Şaka yapmak, eğlenceli bir şekilde sohbet etmek.
Akşam yemeğinde makara geçtik, çok eğlendik.
makaraya takmak: Bir şeyi dikkatlice incelemek veya detaylarına çok fazla önem vermek.
O konuyu makaraya takmış gibi görünüyor, her ayrıntıyı araştırıyor.
makineli tüfek gibi konuşmak: Hızlı ve arka arkaya konuşmak, genellikle durmadan konuşmak.
Toplantıda makineli tüfek gibi konuştu, herkes onun hızına yetişmekte zorlandı.
maksadı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek: Asıl amacın sorunu çözmek değil, daha kötü hale getirmek olduğunu ifade etmek.
Onun eleştirileri, maksadı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek gibiydi.
marsık gibi: Eski, yıpranmış veya modası geçmiş.
O elbiseler marsık gibi, artık giymektense yenilerini almak daha iyi.
mart kedisi gibi: Mevsime uygun davranmak veya alışılmadık şekilde davranmak.
Bu kış, mart kedisi gibi geçiyor, hava bir garip.
masal okumak: Bir durumu olduğundan daha güzel veya ideal bir şekilde anlatmak.
O projenin her detayını masal okumak gibi anlatıyordu, gerçekte işler daha zor.
maskesi düşmek: Gerçek yüzünü, gerçek düşüncelerini veya duygularını açığa çıkarmak.
Son toplantıda maskesi düştü, gerçek düşüncelerini açıkça ifade etti.
masraftan kaçmak: Gereksiz harcamalardan veya aşırı maliyetlerden kaçınmak.
Bu proje için masraftan kaçmak zorundayız, her harcamayı dikkatlice planlamalıyız.
maşa gibi kullanmak: Bir kişiyi kendi çıkarları için veya başkaları için aracılık yapmak.
O, başkalarına maşa gibi kullanıyor, kendi işlerini başkalarının üstünden hallediyor.
mat etmek: Satranç oyununda rakibi hareket edemez hale getirerek oyunu kazanmak anlamında kullanılır, genelde başarısız duruma düşürmek.
Onun stratejisi sonunda rakibi mat etti, herkes onun zekasını takdir etti.
mayası bozuk: İnsan ya da şeyin işlevselliğinin veya kalitesinin bozulduğunu ifade etmek.
Son zamanlarda işler hep aksıyor, sanki mayası bozuk gibi.
maydanoz olmak: Her yerde bulunmak, her konuda görünmek veya müdahil olmak.
Her toplantıda maydanoz olmasından bıktık, biraz geri çekilse iyi olacak.
Medine fukarası gibi dizilmek: Sıkışık veya kalabalık bir ortamda, dar bir şekilde sıralanmak.
Otobüste Medine fukarası gibi dizildik, hareket etmek neredeyse imkansızdı.
mektep görmemiş: Eğitim almamış, okula gitmemiş; genellikle düşük eğitim düzeyine sahip kişiyi tanımlamak.
O kadar mühim konuları mektep görmemiş biri gibi konuşuyor ki, doğru bilgi almak zor.
melek gibi insan: Çok iyi, temiz ve saf bir kişilik.
Onun yardımları melek gibi insan olduğunu gösteriyor, herkese yardım etmeye çalışıyor.
mendil sallamak: Bir şeyin sona erdiğini veya bitirildiğini belirtmek.
O projenin tamamlandığını mendil sallayarak kutladı.
merak getirmek: Bir konuda insanın ilgisini ve sorgulamasını artırmak.
Yeni kitap fragmanı merak getirdi, hemen almak istiyorum.
merdiven dayamak: Bir pozisyona veya bir yere erişim sağlamak için destek kullanmak.
Kariyerinde ilerlemek için merdiven dayamak yerine kendi yeteneklerine güvenmeli.
meryem Ana kandili gibi: Çok parlak, dikkat çekici.
O geceki yıldızlar meryem Ana kandili gibi parlıyordu, çok etkileyiciydi.
mesafe bırakmak: İki şey arasında fiziksel veya duygusal bir uzaklık bırakmak.
İş ve özel hayat arasında mesafe bırakmak önemli, yoksa stres artar.
meşe odunu: Dayanıklı ve sağlam, genellikle güçlü bir kişiyi tanımlamak.
O işte meşe odunu gibi, her türlü zorluğu rahatça aşar.
meteliğe kurşun atmak: Çok az paraya sahip olmak, maddi durumu kötü.
Bu ay meteliğe kurşun atıyoruz, bütçeyi dikkatli yönetmemiz lazım.
meteliğe kurşun sıkmak: Benzer şekilde, çok az paraya sahip olmak, finansal zorluk çekmek.
Borçlar yüzünden meteliğe kurşun sıkmak zorunda kaldı.
mevsimli, mevsimsiz konuşmak: Bir konuyu uygun zamanında veya zamanının dışında konuşmak.
O gün mevsimli, mevsimsiz konuştu, bazı şeylerin zamanını şaşırmış gibiydi.
meydan vermek: Birine fırsat tanımak, belirli bir durumu kabul etmek.
Yeni projede yeniliklere meydan vermek, gelişim için önemlidir.
meydana atılmak: Bir duruma veya pozisyona cesurca giriş yapmak.
Yeni iş fikriyle meydana atılmak, risk almayı gerektiriyor ama büyük ödüller de sunabilir.
meydanı boş bulmak: Bir alanın veya durumun, rakiplerin veya engellerin olmadığı bir anda fırsatları değerlendirmek.
Rakiplerin hepsi tatilde, bu dönemi meydanı boş bulmak olarak değerlendirmeli.
mezarını kazmak: Kendi kendine veya yanlış davranışlarla kendine zarar vermek.
O yanlış kararlarla işini batırdı, adeta mezarını kazdı.
mezuna kalmak: Belirli bir işi yapmaktan veya başarılı olmaktan geri kalmak, başarısız olmak.
O projenin tamamlanması mezuna kaldı, zamanında bitirilemedi.
Mısır’daki sağır sultan bile duydu: Bir olayın o kadar büyük ve etkileyici olduğu ki, en uzak yerlerden bile haberdar olunan bir durum.
O büyük skandalı Mısır’daki sağır sultan bile duydu, herkes konuşuyor.
mızrağı çuvala sığdıramamak: Büyük veya karmaşık bir sorunu basit bir şekilde ifade edememek, çözüm bulamamak.
O sorunu mızrağı çuvala sığdıramamak gibi, nasıl çözeceğini bir türlü bulamadı.
midesi yanmak: Rahatsızlık duymak, özellikle hayal kırıklığı veya stres nedeniyle mide ağrısı çekmek.
O beklenmedik masraflar yüzünden midesi yandı, zor durumda kaldı.
mideye oturmak: Bir şeyin kişinin üzerinde etkili olması, ağırlık oluşturması.
O kadar büyük bir borç, sonunda mideye oturdu ve hayatını zorlaştırdı.
milimi milimine: Her şeyi en küçük detayına kadar, eksiksiz ve doğru bir şekilde yapmak.
Proje raporunu milimi milimine hazırladı, her detay eksiksizdi.
mirasyedi: Miras kalan mal varlığı ile geçinen, genellikle çalışmadan hayatını sürdüren kişi.
O mirasyedi, ailesinin mirasıyla geçiniyor ve kendi işine hiç dokunmuyor.
miskinler teknesi: Tembel veya miskin kişilerin toplandığı yer veya onların temsil ettiği durum.
O toplantı, miskinler teknesi gibi, herkes sadece vakit geçirdi.
muallakta kalmak: Bir konuda belirsizlik yaşamak, kesin bir sonuca ulaşamamak.
Karar verme süreci muallakta kaldı, hala net bir sonuç yok.
muhasebesini yapmak: Bir olayın, davranışın veya durumun sonuçlarını değerlendirmek.
Son yapılan harcamaların muhasebesini yapmalıyız, bütçeyi nasıl yöneteceğimizi görmeliyiz.
mum yakmak: Birine veya bir şeye dua etmek, destek olmak veya yardım etmek.
O zorlu süreçte arkadaşına mum yakmaktan başka çare bulamadı.
muma çevirmek: Bir şeyi, durumu ya da kişiyi belirgin bir şekilde değiştirmek veya kötüleştirmek.
O yanlış karar projeyi muma çevirdi, her şey daha kötü hale geldi.
mürekkep yalamış: Eğitim görmüş, bilgi sahibi veya deneyimli.
O iş konusunda mürekkep yalamış, her detayı biliyor.
mürüvvetini görmek: Bir kişinin evlilik veya benzeri önemli yaşam olaylarını görmek, yaşamak.
Sonunda evlilik mürüvvetini gördü, büyük bir mutluluk yaşadı.
Müslüman adam: İyi, dürüst ve ahlaklı bir kişiyi tanımlayan bir ifade.
O gerçekten Müslüman adam, her zaman doğru ve adil davranıyor.
nabza göre şerbet vermek: Bir kişinin veya durumun gereksinimlerine uygun davranmak, uyum sağlamak.
O müşterilere nabza göre şerbet veriyor, herkesin ihtiyacına göre hareket ediyor.
nafile yere: Gereksiz yere, boş yere yapılan bir şey.
O kadar tartışma nafile yere, hiçbir sonuç çıkmadı.
nal deyip mıh dememek: Her şeyi en uygun şekilde yapmak, gereksiz detaylara girmemek.
O işi nal deyip mıh dememek gibi yapıyor, önemli olanı yapıyor.
nal toplamak: Çok sayıda nal veya benzeri eşyayı toplamak, genellikle başarısızlık veya gereksizlik.
Eski eşyaları nal toplamak gibi, hiçbir işimize yaramıyor.
nalına mıhına vurmak: Her türlü ayrıntıyı düşünmek, detayları önemsemek.
O işi nalına mıhına vurmak gibi ele aldı, her ayrıntıyı dikkatle inceledi.
nalıncı keseri gibi kendine yontmak: Kendi çıkarları için başkalarını veya durumu kullanmak, çıkarcı davranmak.
O nalıncı keseri gibi kendine yontuyor, her fırsatı kendi lehine çeviriyor.
nalını sökmek için ölmüş eşek aramak: İşine yarayacak şeyleri elde etmek için her yolu denemek, bazen mantıksız veya zor bir yol seçmek.
O işte nalını sökmek için ölmüş eşek aramak gibi davranıyor, her yolu deniyor.
nalları dikmek: İşlerin veya durumların iyi gitmesi, başarılı olmak. Aynı zamanda sıkıntılardan veya zorluklardan sonra rahatlama anlamında da kullanılır.
O projeyi bitirdikten sonra nalları dikti, rahat bir nefes aldı.
namı nişanı kalmamak: Bir şeyin ya da bir kişinin isminin veya itibarının unutulması veya öneminin kalmaması.
Eski şöhretinin namı nişanı kalmadı, artık kimse hatırlamıyor.
nanik yapmak: Birine kandırmak, aldatmak, sözünde durmamak.
Söz verdiği halde nanik yaptı, beklentileri boşa çıkardı.
nanpareye muhtaç olmak: Çok zor durumda olmak, en küçük yardıma bile ihtiyaç duymak.
O kadar kötü durumdaydı ki, nanpareye muhtaç oldu.
nara atmak: Yüksek sesle bağırmak, özellikle bir şey veya bir durum hakkında heyecan, öfke veya sevinç göstermek.
Maçın sonunda büyük bir zafer yaşadılar ve nara attılar.
nargile suyu: Nargilede kullanılan su, genellikle mecaz anlamda hoş bir şey ya da rahatlatıcı bir durum.
Akşam çayıyla sohbet gibi, nargile suyu gibi bir rahatlama.
nazı geçmek: Birinin naz ve kaprislerinin sona ermesi.
O kadar çok naz yaptı ki, sonunda nazı geçti ve her şey yoluna girdi.
nazını çekmek: Bir kişinin naz ve kaprislerini çekmek, bunlarla uğraşmak.
O kadar nazını çekmek zorunda kaldım ki, yoruldum.
ne ala memleket: Her şeyin çok iyi olduğu, harika bir durumda olunduğunu ifade eden bir deyim.
Tatil yerimiz gerçekten çok güzel, ne ala memleket!
ne idiği belirsiz: Belirsiz, karışık veya anlaşılması zor bir durum veya kişi.
O projede herkesin kafası karıştı, ne idiği belirsiz bir hal aldı.
ne kızı verir ne dünürü küstürür: Bir kişinin iki taraf arasında denge sağlamaya çalışması, hiç kimseyi kırmadan durumu yönetmeye çalışması.
İşyerinde tüm tarafların isteklerini yerine getirmeye çalışıyor, ne kızı verir ne dünürü küstürür.
ne mal olduğunu biliriz: Bir kişinin ya da şeyin ne kadar değerli veya işe yarar olduğunu bildiğimizi ifade eder.
O eski eşyaların aslında ne mal olduğunu biliriz, tarihi değeri var.
ne oldum delisi olmak: Kişinin başarılı veya ünlü olduktan sonra kendini aşırı derecede beğenmesi veya kibirli davranması.
O ünlü olduktan sonra ne oldum delisi oldu, her şeyi kendine mal ediyor.
ne söylüyorsun?: Birinin söylediği şeyin anlaşılmadığını, garipsendiğini ya da şaşkınlıkla karşılandığını ifade eden bir soru.
Senin ne söylediğini anlamadım, ne söylüyorsun?
ne sularda?: Bir şeyin veya kişinin nereye düştüğünü, hangi durumda olduğunu anlamak için kullanılır.
Projeler hakkında bilgi verdin ama ne sularda, hangi aşamada olduğunu bilmiyoruz.
ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın yüzü: Bir şeyin ya da birinin göründüğü kadar iyi veya etkileyici olmadığını ifade eden bir deyim.
O kadar büyük bir reklam yaptı ama ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın yüzü, sonuç aynı.
ne yalan söyleyeyim?: Doğru olanı söylemekten başka seçeneğin olmadığını ifade eder.
Durum gerçekten kötü, ne yalan söyleyeyim, en iyisi bu.
ne yazar?: Bir şeyin ya da bir durumun önemsiz olduğunu veya fazla etkisi olmadığını ifade eder.
Bu küçük detaylar önemli değil, ne yazar?
ne yer, ne yedirir: Bir şeyin ya da birinin hem kendisi hem de başkaları için hiçbir faydası yok.
O işin sonucu ne yer ne yedirir, hiç faydalı değil.
ne yüzle: Birinin davranışlarını veya söylemlerini eleştirmek amacıyla kullanılır; utanmazlık veya yürek kabartma durumu.
Böyle bir hata yaptıktan sonra ne yüzle konuşuyor?
neci oluyor: Bir kişinin veya şeyin kim olduğunu, hangi rolü üstlendiğini veya anlamını sormak için kullanılır.
Bu yeni gelen kişi neci oluyor, işyerinde ne rolü var?
nefes etmek: Dinlenmek, rahatlamak anlamında kullanılır.
Yoğun bir günün ardından biraz nefes etmek gerekiyor.
nefes nefese: Çok yorulmuş, nefes almakta zorlanan durum.
Koşu sonrası nefes nefese kaldı, iyice yoruldu.
nefsine yedirememek: Kişinin kendi istek ve ihtiyaçlarını kontrol edememesi, kendine yetememesi.
O tatlıları görünce nefsine yediremedi, hepsini yedi.
nereden esti: Birinin veya bir şeyin aniden ortaya çıkması, beklenmedik bir davranış sergilemesi.
O kadar ani bir çıkış yaptı ki, nereden esti anlamadık.
nereye kazık çaksam oraya torba asar: Kişinin ne yaparsa yapsın, her durumda sorun yaşaması veya her şeyin olumsuz etkilenmesi.
O projede her şey ters gidiyor, nereye kazık çaksam oraya torba asar.
nev’i şahsına münhasır: Kendine özgü, benzersiz veya eşsiz.
O tasarımlar nev’i şahsına münhasır, gerçekten başka örneği yok.
nevaleyi düzmek: Bir şeyin düzenini sağlamak, düzene koymak.
Yatak odasının dağınıklığını nevaleyi düzmek gibi topladı.
nevri dönmek: Kişinin ruhsal veya fiziksel olarak bozulması, sıkıntı yaşaması.
O zor süreçler sonunda nevri döndü, iyice stresli ve yorgun görünüyor.