fahiş faize batakçı müşteri: Çok yüksek faiz ödemek zorunda kalan müşteri .
Kredi kartı borcunu ödeyemeyenler, fahiş faize batakçı müşteri gibi büyük sıkıntı içinde.
fahrettin kerim: Bir kişinin adını vermek yerine yaygın bir ad kullanılarak genel bir örnekleme yapılması .
Bu tür işlerde hep Fahrettin Kerim gibi bir isim geçiyor.
fais ce que je dis, pas ce que je fais: “Söylediğimi yap, yaptığımı yapma” anlamında, birinin sözlerinin eylemlerle uyuşmaması durumunu ifade eder.
Patron sürekli bu kurallara uymamız gerektiğini söylüyor ama kendisi fais ce que je dis, pas ce que je fais.
falcı değilim ya: Geleceği tahmin edememek .
Yarın yağmur yağıp yağmayacağını bilmiyorum, falcı değilim ya.
fanfin etmek: Küçük bir konuya gereğinden fazla önem vermek .
Üzerinde bu kadar durmaya gerek yok, sadece fanfin etmek gibi bir şey.
fare düşse başı yarılır: Çok dikkatli ve ihtiyatlı olmak .
O kadar dikkatli çalışıyor ki, fare düşse başı yarılır.
fare l’avvocato del diavolo: Şeytanın avukluğunu yapmak, kötüyü savunmak .
Bu durumda fare l’avvocato del diavolo gibi davranarak karşı tarafı savunmak zorundayım.
farkmaz: Önemli olmadığını belirtir.
Saat kaç olduğu farkmaz, önemli olan toplantıya zamanında gitmek.
farları yakmak: Gece yol alırken aracın farlarını açmak .
Gece yolculuk yaparken farları yakmayı unutma.
feleğin çemberinden geçmek: Zorlu deneyimlerden geçmek .
Bu kadar zor işlerle uğraştıktan sonra feleğin çemberinden geçti.
feleğin sillesini yemek: Kötü şansa veya zorluğa düşmek .
İş yerinde yaşadığı olaylarla feleğin sillesini yedi.
felekten bir gün çalmak: Hayatın tadını çıkarmak veya geçici bir rahatlama yaşamak .
Bu hafta sonu felekten bir gün çalacağız ve tatilin keyfini çıkaracağız.
fellik fellik: Her tarafta dolaşmak veya aramak .
Kaybolan cüzdanı fellik fellik aradık ama bulamadık.
fena gözle bakmak: Kötü gözle bakmak, olumsuz düşünmek .
Yeni projeye fena gözle bakma, daha iyimser olmalısın.
fenersiz yakalamak: Beklenmedik bir duruma hazırlıksız yakalanmak .
Karşılaşma sırasında fenersiz yakalandım ve ne yapacağımı bilemedim.
feriştahı gelse: En yetenekli veya en iyi kişi bile bu sorunu çözemez .
Bu sorun o kadar karmaşık ki, feriştahı gelse çözemeyiz.
ferman çıkmak: Bir emir veya talimat almak .
Yeni yönetimden ferman çıkmadıkça bu düzen değişmeyecek.
ferman dinlemek: Birinin emrine uymak veya talimatı yerine getirmek .
Üstlerin fermanını dinleyerek tüm değişiklikleri uyguladık.
ferteği çekmek: Çekişme, tartışma .
İki taraf arasında sürekli ferteği çekiliyor, bu yüzden ilerleme sağlanamıyor.
fesat kumkuması: Kötü niyetli ve karışıklık yaratan kişi .
O her ortamda fesat kumkuması gibi davranıyor, işleri zorlaştırıyor.
fıçı gibi: Şişkin veya iri görünmek .
Spor yapmadığı için fıçı gibi olmuş, forma girmesi lazım.
fıkırdamak: Bir şeyin içinde veya üzerinde hareket etmek .
Çocuklar odada fıkırdıyor, sessiz olmalarını sağla.
fıldır fıldır aramak: Her yeri dikkatli bir şekilde aramak .
Kaybolan anahtarı fıldır fıldır aradık ama bulamadık.
fındık kırmak: Küçük, basit işler yapmak .
İşte fındık kırar gibi çalışıyor, daha ciddi işlere yönelmesi gerek.
fırın süpürgesi: Yaşlı veya çok kullanılmış bir eşya .
O eski araba fırın süpürgesi gibi, artık yenilenmesi lazım.
Fil dişi kuleden bakmak: Uzak bir mesafeden bir şeyi izlemek .
Yatırım fırsatlarını Fil dişi kuleden bakmak gibi değerlendiriyorsun, daha yakından incelemelisin.
fincancı katırlarını ürkütmek: Önemli veya hassas bir konuyu gereksiz yere gündeme getirmek .
Bu kadar kritik bir konuda fincancı katırlarını ürkütmek gibi davranma.
fitil almak: Kızgınlık veya öfke yaşamak .
Bu duruma fitil almak zorunda kaldı, oldukça sinirlendi.
fitil fitil burnundan getirmek: Birini çok sinirlendirmek .
Her tartışmada fitil fitil burnundan getirdi ve ilişkileri bozdu.
fiyat kırmak: Ürünün veya hizmetin fiyatını indirmek .
Rekabet nedeniyle fiyat kırmak zorundayız, aksi takdirde müşteri kaybederiz.
formunda olmak: İyi durumda veya başarılı olmak .
İşteki performansıyla her zamanki gibi formunda.
forsu kırılmak: Prestij veya güç kaybetmek .
Son yaşanan skandal, şirketin forsunu kırdı.
forsu olmak: Güçlü ve etkili olmak .
Yeni projeyle sektörde forsu olan bir firma haline geldik.
forsunu yitirmek: Güç ve prestij kaybetmek .
Şirket son yıllarda forsunu yitirdi ve rakipleri öne geçti.
foyası meydana çıkmak: Bir kişinin gerçek karakterinin ortaya çıkması .
İşten ayrıldıktan sonra gerçek foyası meydana çıktı, herkes şaşırdı.
fukara babası: Fakir ve yardımsever kişi .
Yoksul insanlara yardım edenler fukara babası gibi davranıyorlar.
fütur getirmek: Yorgunluk veya bezginlik .
Uzun bir çalışmanın ardından fütur getirdi, dinlenmeye ihtiyacı var.
gafil baş düşmana eş: Dikkatsiz ve hazırlıksız olmak, büyük bir tehlike yaratmak .
Önemli projede gafil baş düşmana eş gibi davrandı, büyük bir hata yaptı.
gaflete düşmek: Dikkatsizlik veya aldanma .
İşteki bazı hatalar gaflete düşmenin sonucu.
gagayı ıslatmak: İçki veya başka bir şeyle eğlenmek .
Gece dışarı çıkıp biraz gagayı ıslatmak istiyorum.
garaz bağlamak: Önyargı ile yaklaşmak .
İşe başlamadan garaz bağlamış gibi davranma, herkese eşit yaklaş.
garazı olmak: Kişisel bir düşmanlık veya önyargı taşımak .
O kişide garazı olan biriyle çalışmak zorunda kaldık.
gavur ölüsü: Hiçbir şekilde değer vermediğiniz veya umursamadığınız şey .
Bu eşyayı gavur ölüsü gibi bırakmışsın, değer vermedin bile.
gavura kızıp oruç bozmak: Sinirlenmek ve öfkeyle kontrolü kaybetmek .
Yine sinirlenip gavura kızıp oruç bozmak gibi davranıyor, kendini kontrol etmeli.
gazali rana: Kısmi veya geçici bir çözüm bulmak .
Sorunu çözmek için gazali rana gibi geçici bir çözüm bulduk.
gazel okumak: Duygusal veya sanatla ilgili bir şey ifade etmek .
Akşamları gazel okumak ruhunu dinlendiriyor.
gebe olmak: Hamile olmak .
Kardeşim şu anda gebe, bebek heyecanı içinde.
geçmişi kandilli: Eski ve tarihe karışmış bir şey .
O hikaye geçmişi kandilli, artık modası geçti.
geçmişi olmak: Geçmişte yaşanmış olayların etkisini taşımak .
O kişinin geçmişi öyle karışıktı ki, hala etkilerini taşıyor.
geçmişini kurcalamak: Geçmişte yaşananları araştırmak veya sorgulamak .
Geçmişini kurcalama, geçmişte yaşananlar artık değişmez.
geçmişlerini karıştırmak: Farklı geçmişleri birbirine karıştırmak .
Geçmişlerini karıştırma, her kişinin kendi hikayesi var.
gedik kapamak: Açık veya eksik bir şeyi kapatmak, düzeltmek .
Proje üzerindeki gedikleri kapatmamız gerekiyor.
gelip çatmak: Bir yere veya duruma aniden gelmek .
Üzerimize gelmek için aniden çatmadan önce plan yapmalısın.
gem almamak: Bir şeyi kabul etmemek veya geri adım atmamak .
Sonuçlardan memnun değilim, gem almamakta ısrarcıyım.
gemi aslanı: Zorlu ve tecrübeli bir kişi .
O işte gemi aslanı gibi, uzun yıllardır deneyimi var.
gemini kısmak: Sıkı durmak veya tasarruf yapmak .
Bu ekonomik kriz döneminde bütçeyi kısarak gemini kısmamız gerekiyor.
gemisini yürütmek: İşlerini iyi bir şekilde yürütmek .
İşlerini çok iyi organize ediyor ve gemisini yürütüyor.
geniş bir nefes almak: Rahatlamak veya gevşemek .
Yoğun çalışmadan sonra geniş bir nefes alıp biraz dinlenmeliyim.
gerdan süpürgesi: Şişman veya iri bir kişi .
Spor yapmadığı için biraz gerdan süpürgesi gibi oldu.
geri basmak: Geriye çekilmek veya kaçınmak .
Bu zor durumda geri basmak yerine sorunu çözmeye çalışmalıyız.
geri tepmek: Yapılan bir eylemin istenmeyen bir sonuç doğurması .
Planlarımız geri tepti ve istediğimiz sonuca ulaşamadık.
geyik etine girmek: Bir konuyu gereksiz yere uzatmak veya detaylandırmak .
Toplantıda yine geyik etine girdik, zaman kaybı yaşadık.
gık dememek: Hiç ses çıkarmamak veya itiraz etmemek .
O kadar ağır bir iş yaptık ki, gık dememek zorunda kaldık.
gır gıra almak: Alaycı bir şekilde konuşmak veya davranmak .
Herkesin önünde gır gıra alıyorsun, bu şekilde davranmamalısın.
gırgır geçmek: Bir konuyu ciddiye almadan şaka veya alayla geçiştirmek .
O ciddi konuyu gırgır geçmek yerine çözmeliyiz.
gırtlağından kesmek: Birini zor durumda bırakmak .
İşten çıkarılınca tüm hayatı gırtlağından kesilmiş gibi oldu.
giderayak: Bir şeyin sonunda, son dakikada .
Giderayak bu işi de tamamlayalım, başka şansımız kalmadı.
gidişini beğenmemek: Bir şeyin veya birinin durumu veya geleceği hakkında memnun olmamak .
Projenin gidişini beğenmemek ve revize etmek gerekiyor.
girecek delik aramak: Çıkış yolu aramak veya kaçış planı yapmak .
Hatalarını fark edince girecek delik aramaya başladı.
girye bana hande sana: Herkesin kendi payını alacağı .
Bu durumda girye bana hande sana, herkes payını alacak.
göbeği beraber kesilmiş: Uzun süre birlikte olan, iyi tanıyan kişiler .
Bu takım gerçekten göbeği beraber kesilmiş gibi uyum içinde çalışıyor.
göbeği birlikte kesilmiş: Yakın arkadaşlık veya uzun süreli ilişki .
Çocukluk arkadaşları göbeği birlikte kesilmiş gibi yakınlar.
göbeği sokakta kesilmiş: Maddi zorluk veya fakirlik içinde olan kişi .
Çocukluk arkadaşımın durumu göbeği sokakta kesilmiş gibi.
göbek bağlamak: Doğumdan sonra göbek kordonunu bağlamak .
Yeni doğan bebeğin göbek bağını bağladıktan sonra hastaneden çıktık.
göbek çalkamak: Eğlenmek veya şarkı türü dans etmek .
Davette göbek çalkalayıp eğlenmek istiyorum.
göbek salıvermek: Rahatlamak, gevşemek .
Yoğun bir günün ardından göbek salıverip dinlenelim.
göbek salmak: Fazla kilolu olmak .
Spor yapmadığı için göbek salmış, zayıflaması gerekiyor.
göçüp gitmek: Ölmüş olmak .
Eski arkadaşımız göçüp gitmiş, haberini almak bizi üzdü.
gök demir, yer bakır: Her şeyin yerli yerinde olduğunu belirtir.
Her şey yolunda, gök demir, yer bakır.
gökten zembille inmek: Beklenmedik veya ani bir şekilde ortaya çıkmak .
Gökten zembille inmiş gibi olan bu iş teklifi beni şaşırttı.
gölgede bırakmak: Bir şeyi ya da birini arka planda bırakmak .
Yeni proje eski başarıları gölgede bırakacak.
gölgede kalmak: Bir şeyin veya birinin dikkat çekmemesi .
Bu yeni ürün, önceki modellerin gölgede kalmasına neden oldu.
gölgesinden korkmak: Bir şeyi aşırı şekilde dikkatli veya temkinli yapmak .
O kadar titiz ki, gölgesinden korkar hale geldi.
gömleğinden geçirmek: Çoğu kez üstünden geçmek .
Bu problemleri gömleğinden geçirmek gibi davranma, çözüm bulmalıyız.
gömlek değiştirir gibi değiştirmek: Çok sık veya hızlı bir şekilde değiştirmek .
Kıyafetlerini gömlek değiştirir gibi değiştiriyor.
gömlekten geçirmek: Bir şeyin üstünden geçmek .
Projeyi gömlekten geçirmeden önce detayları iyi bir şekilde incelemeliyiz.
gönlü gani: Çok cömert veya hoş görülen bir kişi .
O, gönlü gani bir insandır, her zaman yardım etmeye hazır.
gönlünde yatmak: Bir şeyin çok arzulanan veya istenen bir şey olduğunu belirtir.
Bu iş benim gönlümde yatıyor, çok isterim.
gönlünü çelmek: Birinin dikkatini veya sevgisini kazanmak .
Güzel sözlerle gönlünü çeldi ve yardım teklif etti.
gönlünü kapmak: Bir kişiyi ya da durumu iyi veya kötü yönde etkilemek .
Bu teklif, şirketin gönlünü kapmak için iyi bir fırsat olabilir.
gönlünü karartmak: Morali bozulmak veya umudu kalmamak .
Son haberler gönlünü kararttı, ama her zaman umut var.
gönül almak: Birinin gönlünü kazanmak veya kendisini iyi hissettirmek .
Onun gönlünü almak için biraz hediye aldım.
gönül eğlendirmek: Rahatlamak veya kendini iyi hissettirmek .
Tatilde gönül eğlendirmek için deniz kenarına gittik.
gönül gezdirmek: Gönül rahatlığı ile dolaşmak veya gezmek .
Gönül gezdirmek için şehir dışında bir kaçamak yaptık.
gönül kaptırmak: Bir kişiye aşık olmak veya çok sevmek .
Gönül kaptırmış bir insan gibi sürekli onun hakkında düşünüyor.
gönül koymak: Bir kişiye veya duruma kırılmak .
Onun hareketlerine gönül koydum, çok üzdü beni.
gönül telini titretmek: Derinden etkilemek veya duygulandırmak .
O müzik parçası gönül telimi titretmeye yetti.
gönül yıkmak: Birinin moralini bozmak veya üzüntüye neden olmak .
Yaptığın bu hareket gönül yıkmak gibi, üzgünüm.
gönülden çıkarmak: Birini veya bir şeyi unutmak .
Geçmişte olanları gönülden çıkarmak zorundayız.
gönülden ırak olmak: Birinin çok uzak, hem fiziksel hem duygusal olarak uzak olması .
O şehir şimdi gönülden ırak, burada yaşamaya alışmalıyız.
gördüğüne aşık, görmediğine bulaşık: İlgi duyulan şeyin belirgin, bilinmeyenin ise belirsiz olması .
Gördüğüne aşık, görmediğine bulaşık gibi davranma, her şeye dikkat et.
görümcelik yapmak: Kısas almak veya haklı olarak birini eleştirmek .
Görümcelik yapmak yerine sorunları açıkça konuşmalıyız.
göründü Sivas’ın bağları: Bir şeyin netleştiği veya belirgin olduğu .
Proje bitti, göründü Sivas’ın bağları, sonuç açık.
göt atmak: Özen göstermemek veya dikkatsizlik .
Ödevini yaparken göt atmak yerine daha dikkatli olmalısın.
götünün kılı ağarmak: Çok yaşlı veya çok uzun süre yaşamış olmak .
O kişi yaşının götünün kılı ağarmış gibi.
göz açamamak: Yoğun bir durumda çok yorulmak veya rahat edememek .
İşlerin yoğunluğundan göz açamıyoruz, çok yorgunum.
göz alıcı güzellik: Çok etkileyici veya göz kamaştırıcı güzellik .
O mücevher gerçekten göz alıcı güzellikte.
göz göze gelmek: Doğrudan bakışmak veya karşı karşıya gelmek .
Yolda onu görünce göz göze geldik.
göz kırpmak: Hafif bir şekilde dikkat çekmek veya işaret vermek .
O size göz kırptı, yardım edeceğini belirtti.
göz kulak olmak: Bir şeyi dikkatle izlemek veya korumak .
Çocuklar parkta oynarken göz kulak olmamız gerekiyor.
göz nuru dökmek: Bir şeye çok emek ve özen göstermek .
Evin dekorasyonuna göz nuru döktü, her şey mükemmel.
göz önünde tutmak: Bir şeyi dikkatle değerlendirmek veya göz önünde bulundurmak .
Herhangi bir değişiklik yapmadan önce göz önünde tutmalıyız.
göz süzmek: Bir kişiye ilgi veya hayranlıkla bakmak .
O genç adama göz süzüyordu, çok beğendi.
gözaydın etmek: Birine iyi dileklerde bulunmak veya başarı dilemek .
Yeni işin için gözaydın ediyorum, başarılar!
gözaydına gelmek: Yatıştırıcı bir etki yaşamak .
Çalışmaların sonunda gözaydına geldik, rahatladık.
gözaydına gitmek: Bir durumda veya başarıda rahatlama ve huzur bulmak .
Zorlu sınavı geçtikten sonra gözaydına gittik.
gözden gönülden çıkarmak: Unutmak veya bir şeyi önemsememek .
Geçmişteki sorunları gözden gönülden çıkarmamız gerekiyor.
gözden ırak tutmak: Görmemek veya unutmak .
Bu hatayı gözden ırak tutarak yeni bir başlangıç yapalım.
gözden kaybetmek: Bir şeyi ya da kişiyi görmekten uzaklaşmak .
O eski arkadaşımı uzun zamandır gözden kaybettim.
göze görünmemek: Görünmemek veya fark edilmemek .
O kadar sessizdi ki, göze görünmemeyi başardı.
gözleri açılmak: Bir şeyin farkına varmak veya yeni bir bilgi edinmek .
O toplantıdan sonra gözleri açıldı ve projeyi daha iyi anladı.
gözleri buğulanmak: Duygusal olarak etkilenmek veya yaşarmak .
O duygusal hikayeyi dinlerken gözleri buğulandı.
gözleri çakmak çakmak olmak: Heyecan veya mutlulukla parlamak .
Konuşmayı dinlerken gözleri çakmak çakmak oldu.
gözleri dolu dolu olmak: Duygusal olarak gözleri yaşarmak .
O manzarayı görünce gözleri dolu dolu oldu.
gözleri fıldır fıldır etmek: Heyecan veya dikkatle bakmak .
Yarış başlarken gözleri fıldır fıldır oldu.
gözleri yollarda kalmak: Birini beklemek .
Geç kaldığın için gözleri yollarda kaldı.
gözleri yuvalarından fırlamak: Şaşkınlık veya korku nedeniyle gözleri genişlemek anlamında gözlerinde şimşekler çakmak: Öfke veya güçlü bir duygu ifadesi .
Kavga sırasında gözlerinde şimşekler çakıyordu.
gözlerine fer gelmek: Gözlerin parlaması veya canlılık kazanması .
Tatilde gözlerine fer geldi, çok mutlu oldun.
gözlerine inanamamak: Şaşkınlık veya hayretle bakmak .
O manzarayı görünce gözlerine inanamıyordum.
gözlerinin feri sönmek: Canlılık ve enerjinin azalması .
O yoğun iş gününden sonra gözlerinin feri söndü.
gözyaşı dökmek: Üzülmek veya duygusal olmak .
O filmi izlerken gözyaşı döktü, çok etkileyici buldu.
gözyaşı dökmek: Üzülmek veya duygusal bir tepki göstermek .
O haber karşısında gözyaşı dökmekten kendini alıkoyamadı.
gözyaşı silmek: Üzüntüyü veya gözyaşını temizlemek .
Tüm gözyaşlarını silip kendini toparlamalı.
güzele bakmak sevaptır: Güzel olanı görmek ve değerlendirmek iyi bir şeydir .
O manzarayı görmek, güzele bakmak sevaptır.
güzel bir fikir: Yaratıcı ve iyi düşünülmüş bir öneri .
O proje için önerdiğin tasarım güzel bir fikir.
güzel gözlü: Gözleri çekici veya etkileyici olan kişi .
O güzel gözlü kız çok beğeniliyor.
güzel sözler söylemek: Kibar veya etkileyici sözler kullanmak .
Her zaman güzel sözler söyleyerek insanları mutlu ediyor.
güzel yüzlü: Çekici veya hoş görünümlü bir yüz .
Güzel yüzlü bir model arıyoruz, bu kriterlere uyuyor.
güzelim bakışı: İlgi çekici veya etkileyici bakış .
O güzelim bakışı sayesinde herkesi etkiledi.
güzelim sözleri: Hoş veya etkileyici sözler .
Konuşma sırasında söylediği güzelim sözleri unutamıyorum.
güzelliğiyle göz kamaştırmak: Görünüşü ile dikkat çekici ve etkileyici olmak .
O gece güzelliğiyle göz kamaştırdı.
güzelim gözleri: Çok çekici ve etkileyici gözler .
Güzelim gözleriyle herkesi kendine hayran bırakıyor.
güzelim giyinmek: Şık veya güzel bir şekilde giyinmek .
Özel günlerde güzelim giyinmeyi seviyor.
güzellik, başı dertte: Çekici bir özellik bazen sorun oluşturabilir .
Güzellik, başı dertte olabilir, dikkatli olmalı.
güzel kalmak: İçsel ve dışsal olarak iyi ve hoş olmak .
Yaş ilerlese de güzel kalmak için sağlığına dikkat etmeli.
kullanılır.
Şok edici haber karşısında gözleri yuvalarından fırladı.
gözleri yuvasından fırlamak: Şaşkınlık, korku veya endişe nedeniyle gözlerin büyük açılması .
Kazayı görünce gözleri yuvasından fırladı.
gözlerinde şimşekler çakmak: Öfke veya güçlü bir duygu ifadesi .
Kavga sırasında gözlerinde şimşekler çakıyordu.
gözlerine fer gelmek: Gözlerin parlaması veya canlılık kazanması .
Tatilde gözlerine fer geldi, çok mutlu oldun.
gözlerine inanamamak: Şaşkınlık veya hayretle bakmak .
O manzarayı görünce gözlerine inanamıyordum.
gözlerinin feri sönmek: Canlılık ve enerjinin azalması .
O yoğun iş gününden sonra gözlerinin feri söndü.
gözyaşı dökmek: Üzülmek veya duygusal olmak .
O filmi izlerken gözyaşı döktü, çok etkileyici buldu.
gözyaşı dökmek: Üzülmek veya duygusal bir tepki göstermek .
O haber karşısında gözyaşı dökmekten kendini alıkoyamadı.
gözyaşı silmek: Üzüntüyü veya gözyaşını temizlemek .
Tüm gözyaşlarını silip kendini toparlamalı.
güzele bakmak sevaptır: Güzel olanı görmek ve değerlendirmek iyi bir şeydir .
O manzarayı görmek, güzele bakmak sevaptır.
güzel bir fikir: Yaratıcı ve iyi düşünülmüş bir öneri .
O proje için önerdiğin tasarım güzel bir fikir.
güzel gözlü: Gözleri çekici veya etkileyici olan kişi .
O güzel gözlü kız çok beğeniliyor.
güzel sözler söylemek: Kibar veya etkileyici sözler kullanmak .
Her zaman güzel sözler söyleyerek insanları mutlu ediyor.
güzel yüzlü: Çekici veya hoş görünümlü bir yüz .
Güzel yüzlü bir model arıyoruz, bu kriterlere uyuyor.
güzelim bakışı: İlgi çekici veya etkileyici bakış .
O güzelim bakışı sayesinde herkesi etkiledi.
güzelim sözleri: Hoş veya etkileyici sözler .
Konuşma sırasında söylediği güzelim sözleri unutamıyorum.
güzelliğiyle göz kamaştırmak: Görünüşü ile dikkat çekici ve etkileyici olmak .
O gece güzelliğiyle göz kamaştırdı.
güzelim gözleri: Çok çekici ve etkileyici gözler .
Güzelim gözleriyle herkesi kendine hayran bırakıyor.
güzelim giyinmek: Şık veya güzel bir şekilde giyinmek .
Özel günlerde güzelim giyinmeyi seviyor.
güzellik, başı dertte: Çekici bir özellik bazen sorun oluşturabilir .
Güzellik, başı dertte olabilir, dikkatli olmalı.
güzel kalmak: İçsel ve dışsal olarak iyi ve hoş olmak .
Yaş ilerlese de güzel kalmak için sağlığına dikkat etmeli.
gücü gücü yetene: Bir işin yapılmasına ya da bir görevin üstesinden gelinmesine yetkisi ve gücü olan kişi .
Bu projeyi başarıyla tamamlamak, gücü gücü yetene birinin işidir.
güdük kalmak: Yetersiz, eksik veya etkisiz bir durumda kalmak .
Her şeyin eksik olduğu o sistem, gerçekten güdük kalıyor.
gül gibi bakmak: Tatlı, sevgi dolu veya nazlı bir şekilde bakmak .
Çocuk, annesine gül gibi bakarak onun ilgisini çekmeye çalıştı.
günahına girmek: Birinin yaptığı hatalardan dolayı suçlamak, eleştirmek .
Arkadaşının hatalarını sürekli yüzüne vurmak, günahına girmektir.
gününü doldurmak: Yaşını ya da ömrünü tamamlamak, bir şeyin süresini bitirmek .
Yaşlı adam sonunda gününü doldurdu ve bu dünyadan ayrıldı.
gürültüye getirmek: Ortamda yüksek ses çıkarmak veya karışıklığa neden olmak .
Toplantıyı gürültüye getiren tartışmalar, ilerlemeyi engelledi.
gürültüye pabuç bırakmamak: Gürültü, tartışma ya da eleştirilere karşı sessiz kalmamak, tepki vermek .
O, gürültüye pabuç bırakmamakla ünlüdür; her zaman karşılık verir.
güven beslemek: Bir kişiye, duruma veya şeye güven duymak .
Proje yöneticisi, ekibine büyük bir güven besliyor.
güvendiği dağlara kar yağmak: Birinin tamamen güvendiği veya umut bağladığı şeyin başarısız olması .
İş yerindeki terfi beklentisi, güvendiği dağlara kar yağmak oldu; sonuç hayal kırıklığı yarattı.
güvendiği dal elinde kalmak: Güvendiği veya dayandığı şeyin ya da kişinin kendisini desteklememesi .
O önemli projede güvendiği dal elinde kaldı ve büyük bir hayal kırıklığı yaşadı.
haddeden geçmek: Sınırları aşmak, normalin ötesine geçmek .
Sonunda işin haddeden geçti; bu kadarına da pes dedim.
hafızayı tazelemek: Unutulan bilgileri ya da hatıraları yeniden hatırlamak, gözden geçirmek .
Test öncesi çalışmayı yaparak hafızayı tazelemek iyi bir fikir olabilir.
hafife almak: Bir şeyi önemsememek veya küçümsemek .
O sorunu hafife almak, ciddi sonuçlara yol açabilir.
hak deliği: Adaletin, hakkın ve hukukun sağlanması gereken yer .
İşin sonunda hak deliği bulmak, adaleti sağlamak için kritik öneme sahip.
hak getire: Çok zor, neredeyse imkânsız bir durumu ifade eder.
Öyle bir iş bulmak mı? Hak getire!
Hakk’ın rahmetine kavuşmak: Ölmek ; kişinin hayatını kaybetmesi.
Yaşlı adam, Hakk’ın rahmetine kavuştu ve geride anıları kaldı.
hakkını helal etmek: Birinin size yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür etmesi ve herhangi bir borcunun kalmadığını belirtmesi .
Senin bu kadar yardımların için hakkını helal et, çok teşekkür ederim.
hakkını helal etmemek: Birine yapılan bir iyiliğe ya da yardımına karşılık olarak borçlu kalmak ve teşekkür etmemek .
Yaptığın iyilikler için hakkını helal etmem; her zaman minnettar kalacağım.
Halep ordaysa arşın burada: İki yerin veya şeyin eşit olduğunu ifade eder; aynı kalitede ya da aynı derecede önemli olduğunu belirtir.
Her iki ürün de birbirine çok benziyor, Halep ordaysa arşın burada.
Halep yolunda deve izi aramak: Zor ve imkânsız bir şey için çaba göstermek .
İşlerin bu kadar karmaşık olduğu durumda, Halep yolunda deve izi aramak gibi bir şey.
haline bakmaz Hasan Dağı’na oduna gider: Kişinin durumuna bakmaksızın, her türlü zorluğu göze alarak bir işi yapma azmini ifade eder.
O kadar sorun yaşamasına rağmen, haline bakmaz Hasan Dağı’na oduna gidiyor gibi çalışmaya devam ediyor.
haline köpekler gülüyor: Bir kişinin zor durumda ya da komik bir durumda olması .
O kadar acınacak bir durumda ki, haline köpekler gülüyor.
halka verir talkını kendi yutar salkımı: Kişinin başkalarına tavsiye verirken kendisinin aynı tavsiyelere uymadığını ifade eder.
Herkese sabırlı olmalarını söylerken, kendisi sürekli aceleci davranıyor; halka verir talkını kendi yutar salkımı.
hallaç pamuğu gibi atmak: Her yere dağılmak veya karışıklık yaratmak .
O kadar çok yer gezdi ki, adeta hallaç pamuğu gibi atıldı.
ham ervah: Eski zamanlara ait veya çok yaşlı kişiler .
O eski masalları anlatan, ham ervah bir karakterdi.
hangi peygambere ümmet olacağını şaşırmak: Bir kişinin hangi tarafta yer alacağını veya hangi fikre katılacağını bilmemesi .
O kadar çok fikri var ki, hangi peygambere ümmet olacağını şaşırmış durumda.
hangi rüzgâr attı?: Bir olayın veya durumun nasıl oluştuğunu veya sebebini anlamaya çalışmak .
Bu karmaşayı görünce, hangi rüzgâr attı anlamadım.
hangi taşı kaldırsan altından çıkar: Her türlü olumsuz durumla karşılaşma olasılığı .
Bu işte her türlü sorun çıkabilir; hangi taşı kaldırsan altından çıkar.
hanım köylü olmak: Kırsal bir yaşam tarzını veya köylü karakterini yansıtmak .
Büyük şehirdeki hayatı çok zor buldu; hanım köylü olmaktan rahatsız oldu.
hapı yutmak: Çok zor bir duruma düşmek ya da başını belaya sokmak .
Yatırımları yanlış yönetince, hapı yuttu.
harama uçkur çözmek: Haram, yasa dışı veya etik dışı davranışlarda bulunmak .
O tür işlere girenlere harama uçkur çözmek derler.
hârı geçmek: Zor ve meşakkatli bir süreçten geçmek .
O zor dönemi geçtikten sonra, hârı geçmek gibi hissettim.
hariçten gazel okumak: Başkalarının işine karışmak veya dışarıdan yorum yapmak .
İşin içine girmediği halde her şeyi eleştirenler hariçten gazel okuyorlar.
haritadan silmek: Bir şeyin ya da kişinin önemini veya varlığını ortadan kaldırmak .
O köyün haritadan silinmesi, bölgeyi etkiledi.
Hatay’a gitmek: Belirsiz, karışık veya anlaşılmaz bir durumda olmak .
Konu hakkında konuşurken, resmen Hatay’a gittik, her şey birbirine karıştı.
havaya savurmak: Gereksiz yere harcamak veya önemli bir şeyi değersizleştirmek .
Parayı havaya savurdu ve sonunda hiçbir şey elde edemedi.
hayale dalmak: Kafasını başka bir dünyaya kaptırmak, gerçeklerden uzaklaşmak .
İşleri düşünmek yerine hayale dalmıştı, bu yüzden görevlerini yerine getiremedi.
hayatın baharı: Hayatın en güzel veya en verimli dönemi .
Genç yaşlarındaki o dönem, hayatın baharıydı.
Haymana öküzü: Sert, güçlü veya dayanıklı biri .
O, gerçekten Haymana öküzü gibi çalışkan bir adam.
Hayretler içinde bırakmak: İnsanları şaşkınlık ve hayret içinde bırakmak .
Performansı gerçekten hayretler içinde bıraktı; kimse bu kadarını beklemiyordu.
hazır mezarın ölüsü: Bir kişinin yaşamını sonlandırmış olması, öldüğünü ifade eder.
Hastalığı çok ilerledi, artık hazır mezarın ölüsü gibi görünüyor.
hazıra konmak: Hazırda olan bir şeyden faydalanmak ya da başkalarının sağladığı kolaylıklarla yaşamak .
Sürekli başkalarının emeğinden faydalanarak hazıra konuyor, kendi işini yapmıyorsun.
hazırdan yemek: Daha önce yapılmış bir şeyi kullanmak, yani kendi emek sarf etmeden mevcut durumu kullanmak .
İşleri bu kadar kolayca yapmak, hazırdan yemek gibi bir şey.
helal süt emmek: Temiz, dürüst bir hayat yaşamak ve bunun sonucunda iyi bir duruma gelmek .
Geçimimi helal süt emerek sağlıyorum ve bu yüzden vicdanım rahat.
hem kel hem fodul: Hem maddi hem de manevi açıdan eksik ya da olumsuz bir durumda olmak .
Adam hem kel hem fodul, hiç kimseyle doğru dürüst anlaşamıyor.
hem nalına hem mıhına vurmak: Her iki tarafı da memnun etmeye çalışmak .
İki taraf arasında kalıp hem nalına hem mıhına vurmak zorunda kaldı.
hem suçlu, hem güçlü: Hem yanlış yapan hem de kendini güçlü, haklı gösteren kişi .
O, hem suçlu hem güçlü tavırlarıyla herkesi şaşkına çevirdi.
hem uyuz, hem yavuz: Hem sinirli, huysuz hem de zor beğenen biri .
Sürekli huysuzlanan, hem uyuz hem yavuz biriydi.
hepten aykırı gitmek: Genel normlardan veya beklentilerden tamamen farklı bir yol izlemek .
Yeni proje, hepten aykırı gitmek anlamına geliyor; geleneksel yöntemlerin dışında.
her boyayı boyandık da bir fıstıki yeşil mi kaldı?: Bir şeylerin tamamının denendiği ancak hala eksik veya özel bir şey kalıp kalmadığını sorgulamak .
Tüm renkleri denedik, her boyayı boyandık da bir fıstıki yeşil mi kaldı?
her gördüğü sakallıyı babası sanmak: Herkesi tanıdığı, bildiği biri olarak görmek .
Her sakallıyı babası sanması, onun kişisel bir sıkıntısı olduğunu gösteriyor.
her işin hakkından gelmek: Her türlü işte başarılı olmak veya her işin üstesinden gelmek .
Her işin hakkından gelmek için çok çalıştı ve sonunda başardı.
her sakala bir tarak uydurmak: Her türlü duruma uygun bir çözüm veya açıklama üretmek .
Her soruna bir çözüm bulabiliyor, her sakala bir tarak uydurmak onun işi.
her tarakta bezi olmak: Her işte veya her durumda kendine bir rol bulmak .
Her işte bir söz söylemeye çalışıyor, her tarakta bezi olmak istiyor.
her telden çalmak: Çeşitli konularda bilgi sahibi olmak veya çok yönlü olmak .
O, her telden çalar; her konuda bir şeyler bilir.
herkes gider Mersin’e biz gideriz tersine: Genel normlara, yaygın görüşlere veya yolları takip etmemek .
Herkes aynı şekilde hareket ederken, biz tam tersini yaparız; herkes gider Mersin’e biz gideriz tersine.
hesaptan düşmek: Bir plan veya hesaba katılmayan bir durumun ortaya çıkması .
O işin bu kadar karmaşık hale gelmesi, bütün hesapları bozar; hesaptan düşmek işin tuzu biberi oldu.
hır gür: Kargaşa, gürültü ve anlaşmazlık .
Toplantıda büyük bir hır gür çıktı; herkes kendi fikrini savunuyordu.
hırsıza kendir yakışır gibi yakışmak: Bir kişinin, kötü veya uygun olmayan bir davranışı üzerine yakıştığını ifade eder.
O kadar çok hırsızlık yapıyor ki, gerçekten hırsıza kendir yakışır gibi yakışıyor.
hızını alamamak: Bir şeyde aşırı hırslı veya hızlı olmak, durumu kontrol edememek .
Başarıya olan hırsı hızını alamamasına neden oldu.
hiç yoktan iyidir: Var olan bir durumun, hiçbir şey olmamasından daha iyi olduğunu ifade eder.
Küçük bir gelir elde etmek hiç yoktan iyidir, en azından bir şeyler kazanıyoruz.
hilesi hurdası yok: Dürüst ve açık, hiçbir gizli amaç veya hile bulunmayan .
Satın aldığı ürünün kalitesi mükemmel; hilesi hurdası yok.
hodri meydan: Cesaret gösterme, meydan okuma .
Rakip takımın başkanı hodri meydan dedi; şimdi her şey sahada belli olacak.
hop oturup hop kalkmak: Sürekli olarak yer değiştirmek veya durmadan hareket etmek .
Toplantı boyunca hop oturup hop kalktı, hiç rahat duramadı.
hor kullanmak: Bir şeyi kötü şekilde kullanmak, değerini düşürmek .
O kadar çok kullanım ve kötü bakım yüzünden bu malzeme hor kullanıldı.
horozlar ötmek: Sabah olma ; genellikle sabah erkenden kalkmayı ifade eder.
Sabah erken kalkmak zorunda kaldım; horozlar ötmekteydi.
hurdaya çevirmek: Kullanılmaz hale getirmek, tamamen bozulmak .
Arabanın motoru tamamen bozulmuş; hurdaya çevrildi.
hükümet sürmek: Bir işin, bir şeyin yönetimini yapmak .
Şirketin yönetimi çok karmaşık; hükümet sürmek gibi bir durumdayız.
hüngür hüngür ağlamak: Aşırı şekilde ve yüksek sesle ağlamak .
O haberi duyduktan sonra hüngür hüngür ağladı; oldukça üzgün görünüyordu.
hüt dağı gibi şişmek: Aşırı şekilde şişmek veya büyümek .
Çok fazla yemek yediği için hüt dağı gibi şişmişti.
ıcığını cıcığını çıkarmak: Bir kişinin ya da bir şeyin her yönünü, her detayını ortaya koymak .
Yapacak işin tüm ayrıntılarını ıcığını cıcığını çıkararak anlattı.
ıcığını cıcığını sormak: Her detayını, ayrıntısını öğrenmeye çalışmak .
Yeni satın aldığı telefonun ıcığını cıcığını sormadan karar vermedi.
ıhbala: Bir şeyin ya da bir durumun ne olduğu hakkında kesin bilgi sahibi olmadan yapılan yanlış yorum veya karar .
Bu işin ıhbala olduğunu düşünüyordum ama sonunda doğru karar verdiğimiz anlaşıldı.
ıkına sıkına: Zorlukla, isteksiz bir şekilde yapılmak .
O işi ıkına sıkına bitirdi, ama tam olarak tatmin edici değildi.
ıkınıp sıkınmak: Bir işin zorluğundan dolayı sıkıntı yaşamak .
Projenin teslim tarihi yaklaşıyor; ıkınıp sıkınmak zorundayız.
ılıca ördeği: Çevresindeki insanlara göre alışkanlıkları ve özellikleri bakımından farklı olan, özgün kişi .
O, her zaman ılıca ördeği gibi kendi başına hareket ederdi.
ıncığını cıncığını sormak: Bir şeyin en küçük detayına kadar sorgulamak .
Almak istediğin ürünün ıncığını cıncığını sordun mu?
ırgat gibi çalışmak: Çok fazla ve yorucu şekilde çalışmak .
Son günlerde ırgat gibi çalışıyor, kendine hiç vakit ayıramıyor.
ırgat pazarına döndürmek: Bir yeri, durumu kaotik ve karışık hale getirmek .
Toplantıyı ırgat pazarına döndürdü; herkes birbirinin sözünü kesiyordu.
ısıtıp ısıtıp önüne getirmek: Aynı şeyleri tekrar tekrar gündeme getirmek veya sunmak .
Sürekli aynı konuları ısıtıp ısıtıp önüne getiriyor, bir türlü sonuç almıyoruz.
ısıtıp ısıtıp önüne koymak: Daha önceki konuları tekrar tekrar gündeme getirmek .
Eski sorunları ısıtıp ısıtıp önüne koymak, yeni çözümler bulmayı zorlaştırıyor.
ıska geçmek: Bir fırsatı veya durumu değerlendirememek, kaçırmak .
Bu önemli fırsatı ıska geçmemeliyiz; iyi değerlendirmek gerekiyor.
ıskartaya çıkmak: Kullanışsız, işe yaramaz hale gelmek .
Uzun yıllar kullanılmayan ekipman ıskartaya çıktı.
ıslak tavuk: Sıkıntılı veya zorlu durumda kalan kişi .
O kadar çok sorun yaşadık ki, ıslak tavuk gibi olduk.
ışık göstermek: Bir konuda yardımcı olmak veya yol göstermek .
Bu zorlu durumda bana ışık gösterdi, nasıl ilerleyeceğimi anlamama yardımcı oldu.
iâde-i îtibâr: Bir kişinin itibarını geri kazanması .
Bu başarısından sonra iâde-i îtibâr sağladı, herkes tekrar saygı gösteriyor.
ibibullah sivri külah: Karışık veya anlaşılması güç bir durum .
Konu hakkında her şeyi bilmek zor; ibibullah sivri külah gibi karışık.
ibiş gibi: Özellikle garip, komik veya tuhaf bir şekilde davranan kişi .
Herkesin içinde öyle bir şaka yaptı ki, ibilik gibi göründü.
icabına bakmak: Gereken önlemleri almak veya gerekeni yapmak .
Sorunu çözmek için icabına bakmalıyız, çözüm yolu bulmalıyız.
icraya vermek: Bir işi yasal yollardan takip etmek veya hukuki işlem başlatmak .
Borçlarını ödemeyen müşteri hakkında icraya verdik.
iç açmak: Bir kişinin moralini yükseltmek veya ruhsal olarak rahatlatmak .
Güzel haberler almak, gerçekten iç açıcı bir durum.
iç fırtınasına tutulmak: İçsel bir stres, kaygı veya duygusal çalkantı yaşamak .
Son zamanlarda iç fırtınasına tutulmuş gibi hissediyorum, pek huzurlu değilim.
iç güveysinden hallice: Kişinin, dışarıdan görüldüğünden daha iyi bir durumda olduğunu belirtir.
Görünüşte kötü durumdaymış gibi gözüküyor ama iç güveysinden hallice, aslında her şey yolunda.
içeri düşmek: Kötü bir duruma veya sıkıntıya düşmek .
İşlerin bu kadar kötü gitmesi beni içeri düşürdü.
içi dışına çıkmak: İçsel duygularını, düşüncelerini açıkça göstermek .
Toplantıda kendisini tamamen açtı; içi dışına çıktı.
içi ezilmek: İçsel olarak çok üzülmek, sıkıntı yaşamak .
Onun sözleri içimi ezdi, çok üzdü.
içi geçmek: İçsel olarak duygusal olarak zayıflamak veya bozulmak .
Kötü haberler içimi geçirdi, moralimi bozdu.
içi gitmek: İçsel olarak rahatsız olmak, huzursuzluk yaşamak .
Yalnız kaldığımda içim gitmeye başladı; huzursuz oldum.
içi götürmemek: Bir durumun ruhsal ya da psikolojik olarak kişiyi etkileyip yıpratması .
Sürekli yaşanan stresler, içimi götürmemek elde değil.
içi içini yemek: Kişinin bir konuda sürekli endişelenmesi veya sıkıntı yaşaması .
Bu sınavdan geçememe korkusu, içimi içimi yiyor.
içi kan ağlamak: Bir konuda derin bir üzüntü yaşamak .
Kayıp haberini aldığımda içim kan ağladı, çok üzüldüm.
için için ağlamak: Dışarıya yansıtmadan, sessizce üzülmek .
O acı haberi aldığında için için ağladı, kimseye göstermedi.
içinde parmağı olmak: Bir olayın veya durumun içinde aktif olarak yer almak .
Bu işte onun da içinde parmağı var, etkisi büyük.
içine sinmemek: Bir şeyin kişiyi tatmin etmemesi, hoşnut olmamak .
Yaptığımız iş içime sinmedi; daha iyi olabilirdi.
içine sokacağı gelmek: Bir kişinin sinirlenmek veya öfkelenmek .
O kadar çok tartışma çıktı ki, içime sokacağı geldi.
içini kemirmek: Bir konudan dolayı sürekli üzülmek veya endişelenmek .
İş yerindeki sorunlar içimi kemiriyor, rahat edemiyorum.
içinin yağları erimek: Çok fazla stres, üzüntü yaşamak veya duygusal olarak yıpranmak .
Bu süreç boyunca içinin yağları eridi, oldukça zor geçti.
iflas bayrağını çekmek: Mali veya ekonomik olarak başarısız olmak, iflas etmek .
Şirket, ciddi mali sorunlar yaşadı ve iflas bayrağını çekmek zorunda kaldı.
ifrit yardağı: Kötü, rahatsız edici bir durumu veya kişiyi ifade eder.
O kadar kötü bir durum ki, adeta ifrit yardağı gibi bir şey.
iğne atsan yere düşmez: Çok kalabalık bir yer; insanlar o kadar sıkışmıştır ki, iğne bile yere düşmez.
Kalabalık konser salonuna girdiğimizde, iğne atsan yere düşmez durumundaydı.
iğne yutmuş: Sinirli veya tedirgin bir durumda olmak.
Sınıfta iğne yutmuş gibi duruyordu, her an patlayacak gibi görünüyordu.
iğne yutmuş maymuna dönmek: Çok sinirli, huysuz bir hale gelmek.
Patronun bu sabahki davranışları iğne yutmuş maymun gibiydi, kimse yanına yaklaşamıyordu.
iğneden ipliğe: Her şeyi detaylı şekilde incelemek, her ayrıntıyı gözden geçirmek.
Projeyi iğneden ipliğe kontrol ettim, hiçbir hataya yer bırakmadım.
iğneli fıçı: Kaba ve nahoş bir davranış içinde olmak.
Toplantıda, iğneli fıçı gibi davranarak herkesin moralini bozdu.
ihtiyat kaydıyla: Önlem olarak, dikkatli bir şekilde.
Yeni politika değişikliklerini ihtiyat kaydıyla uygulamaya koyduk.
iki arada bir derede: İki zor durum arasında kalmak, çıkış yolu bulamamak.
İşteki stres ve ailevi sorunlar arasında iki arada bir derede kalmış durumda.
iki cami arasında kalmış beynamaza dönmek: Her iki tarafı da memnun edememek, zor durumda olmak.
Çalışanlar arasında sürekli anlaşmazlık yaşanıyor ve ben iki cami arasında kalmış beynamaza dönüyorum.
iki dirhem bir çekirdek: Küçük miktarda ama çok değerli veya titiz bir şekilde seçilmiş.
Yeni aldığımız halı iki dirhem bir çekirdek, her detayı çok özenli.
iki el bir baş için: Bir işin yapılması için iki kişinin aynı anda çalışması gerektiği anlamında.
Proje çok kapsamlı, iki el bir baş için çalışmamız gerekiyor.
iki seksen uzanmak: Çok yorgun veya bitkin durumda olmak.
Yataktan iki seksen uzanarak kalktım, tüm enerjim tükenmişti.
iki sözü bir araya getirememek: İki konuşmayı veya görüşmeyi birleştirememe, uyum sağlayamama.
Sunum sırasında iki sözü bir araya getiremedik ve oldukça karışık oldu.
iki yakası bir araya gelmemek: Maddi durumun zorluğundan ötürü geçim sıkıntısı yaşamak.
İşsiz kaldıktan sonra iki yakası bir araya gelmiyor, her gün mücadele etmek zorundayız.
iki yakası bir yere gelmez: İki tarafı birleştirememe, birleşim sağlanamama.
Oda düzeni konusunda iki yakası bir yere gelmiyor, sürekli değiştiriyoruz.
iki yüzlü: Her iki tarafı da memnun etmeye çalışan, dürüst olmayan kişi.
Onun iki yüzlü davranışlarından bıktım, hiçbir zaman güvenilir olmadı.
ikili oynamak: İki tarafla da ilişkide olmak, çiftlik davranışlar sergilemek.
Arkadaşlarımın hiçbiri ikili oynamayı sevmez, açık sözlüdürler.
ikindiden sonra dükkan açmak: Geç başlamış bir iş veya geç bir zaman diliminde çalışmak.
Çalışmaya ikindiden sonra dükkan açmak gibi başladı, işler geç açılıyor.
ikisi bir kazanda kaynamamak: İki kişi arasında anlaşmazlık olması, uyum sağlayamamak.
Toplantılarda ikisi bir kazanda kaynamıyor, sürekli çatışma yaşıyorlar.
ileri atılmak: Cesurca bir adım atmak, bir durumu veya fırsatı yakalamak.
İş teklifini değerlendirirken ileri atılmak gerekiyordu, bu fırsatı kaçırmak istemedim.
iliklerine kadar ıslanmak: Tamamen ıslanmak, ıslaklık içinde kalmak.
Yağmurda yürüyünce iliklerine kadar ıslanmaktan kaçamadık.
ilk göz ağrısı: İlk sevdiklerinin, en değer verdiklerinin sıklıkla kullanıldığı bir terim.
Çocuklar ilk göz ağrısım, her zaman onlara öncelik veririm.
imamın kayığına binmek: Yanlış veya sahte bir yere yönelmek.
Senin bu kararın imamın kayığına binmek gibi, gerçekçi değil.
imana gelmek: Gerçekleri kabul etmek, doğruyu anlamak.
Sonunda imana gelerek, hatalarını fark etti ve özür diledi.
imanı gevremek: İnançlarının veya güveninin zayıflaması.
İşte yaşadığı başarısızlıklar imanını gevretti, artık hiçbir şeye güvenemiyor.
imzayı çakmak: Karar vermek veya onaylamak.
Anlaşmayı imzayı çakmak için son bir kez gözden geçirdik.
in cin top oynuyor: Çevrede çok fazla hareketlilik ve gürültü var.
Evde çocuklar olduğu için in cin top oynuyor, sürekli bir koşuşturma var.
inadım inat götüm iki kanat: Kararlı ve inatçı davranmak, değişmemekte ısrar etmek.
Her konuda inadım inat götüm iki kanat, kendi bildiğimi yaparım.
inan olsun: İçten bir şekilde güvence vermek, samimi bir ifade.
Sana inan olsun, hiçbir şeyim yok, sadece seninle ilgileniyorum.
ince eleyip sık dokumak: Her detayı dikkatlice incelemek, titiz davranmak.
Proje raporunu ince eleyip sık dokudum, hiçbir hata bırakmadım.
incik boncuk: Küçük ve önemsiz detaylara odaklanmak.
Toplantıda hep incik boncuk detaylarla uğraştık, asıl konuya geçemedik.
indiragandi: Hiçbir anlamı veya değeri olmayan; gereksiz.
Bu konuda indiragandi konuşmalar yapmanın kimseye faydası yok.
infaz yakma: Kötü bir duruma veya sonuca yol açma.
Yanlış kararlar infaz yakma gibi, işlerin gitmesini engelliyor.
İngiliz tabancası gibi kurulmak: Çok dikkatli ve titiz bir şekilde hazırlık yapmak.
Sunum için İngiliz tabancası gibi kurularak hazırlığını tamamladı, her detayı düşünüp hazırlandı.
inim inim inlemek: Çok acı çekmek, derin bir ıstırap içinde olmak.
Başarısızlıktan sonra inim inim inliyordu, duygusal olarak tamamen yıpranmıştı.
insan kurusu: İnsan gibi davranmayan, insani özelliklerden yoksun kişi.
Yüzündeki soğuk ifade ve duygusuz tavırları yüzünden insan kurusu gibi görünüyordu.
insan müsvettesi: Çok kötü, değersiz kişi; insanlıktan nasibini almamış kimse.
Onun davranışları insan müsvettesi gibi, kimseye saygısı yok.
ip korkusunu boynuna almak: Korkularını, endişelerini sürekli olarak taşımak.
İşteki sorumluluklar ve belirsizlikler, ip korkusunu boynuna almak gibi, sürekli endişe içinde.
ipe çekmek: Bir şeyi veya kişiyi sıkıntıya düşürmek, zor durumda bırakmak.
İşlerin karmaşıklaşması, projeyi ipe çekmek gibi bir hal aldı.
ipe dizmek: Birçok şeyi veya kişiyi sıraya koymak, düzenlemek.
Toplantıda herkesin görüşünü ipe dizmek zorundaydı, düzenli bir şekilde ilerlemek için.
ipi çözmek: Bir sorun veya engeli ortadan kaldırmak, çözmek.
Karmaşık durumu çözmek için ipi çözdü, her şey düzene girdi.
ipi sapı yok: Kontrol edilemeyen veya düzenlenemeyen bir durum.
Projeye dahil olan kişilerin ipi sapı yok, hiçbiri sorumluluk almak istemiyor.
ipin ucunu kaçırmak: Bir durumu veya fırsatı kaçırmak, elden kaçırmak.
Teklifte ipi ucunu kaçırmış, fırsatı değerlendirememişti.
ipini çekmek: Bir işi veya durumu sonlandırmak, bitirmek.
Bu projeyi ipini çekmek zorundayız, başka bir çözüm bulunmalı.
ipiyle kuyuya inilmez: Güvenli olmayan bir yolla iş yapmak, riskli bir durum yaratmak.
Bu tür bir plan ipiyle kuyuya inilmez, daha güvenli bir yaklaşım bulmalıyız.
iple çekmek: Bir şeyi çok istemek, sabırsızlıkla beklemek.
Tatili iple çekiyoruz, bu kadar beklemeye değer bir dinlenme olacak.
ipleri birinin elinde olmak: Bir iş veya durumun kontrolü bir kişi tarafından sağlanmak.
İşin ipleri Ahmet’in elinde, ne zaman ne yapacağını o belirliyor.
ipucu vermek: Bir konuda yardımcı olacak küçük bilgi veya öneri sağlamak.
Bulmacayı çözmek için birkaç ipucu verdim, bu yeterli olmalı.
ispenç horozu gibi: Çok kıskanç ve sinirli, sert ve huzursuz.
Toplantılarda sürekli ispenç horozu gibi davranıyor, kimse rahatça konuşamıyor.
istediği gibi at oynatmak: Kendi istediği gibi davranmak, başkalarına karışmamak.
Bu proje üzerinde istediği gibi at oynatıyor, başkalarının fikrini dikkate almıyor.
istemem yan cebime koy: Bir şeyi istememek, ama yine de bir kenarda bulundurmak.
Bunu gerçekten istemem, ama yan cebime koy, belki ileride gerekebilir.
isyan bayrağını çekmek: Haksızlığa veya sıkıntıya karşı çıkmak, protesto etmek.
Yeni kararlarla isyan bayrağını çekti, bu durumu kabul etmeyecek.
iş açmak: Yeni bir iş veya fırsat yaratmak.
Bu projeyi yaparak yeni iş açmak istiyorum, şirket için faydalı olacak.
iş başa düşmek: Bir işin sorumluluğunu üstlenmek, başkalarının yapmadığı işi yapmak.
Projelerde iş başa düştü, her şeyin kontrolünü almak zorunda kaldım.
iş çatallaşmak: İşlerin karmaşık hale gelmesi, çözülmesi zor bir duruma gelmesi.
İşi planlarken çatallaşmak zorunda kaldık, çok sayıda değişken var.
işe dört elle sarılmak: Bir işe tamamen odaklanmak ve tüm enerjiyi vermek.
Yeni projede işe dört elle sarıldık, başarılı olmak için her şeyi yaptık.
işi ahbaplığa dökmek: Bir işi kişisel ilişkiler veya arkadaşlıklar üzerinden yürütmek.
İşleri ahbaplığa dökmek yerine profesyonel yaklaşmak daha doğru olacaktır.
işi başından aşkın olmak: İşlerin fazla karmaşık veya yoğun olması.
Yeni görevlerle birlikte işi başından aşkın oldum, her şey aynı anda ilerliyor.
işi boru olmak: İşlerin karmaşık ve zor bir hale gelmesi.
Proje sürecinde işler iyice boru oldu, her şey üst üste bindi.
işi düşmek: Bir sorumluluğu veya yükü üstlenmek, iş yapmak zorunda kalmak.
İşler kötüye gitmeye başladığında, tüm işi düşmek zorunda kaldım.
işi sağlam kazığa bağlamak: Bir işi sağlam ve güvenilir bir şekilde yapmak, güvence altına almak.
Projenin tüm detaylarını işin sağlam kazığa bağlamak için titizlikle çalıştık.
işi sıkışık olmak: İşlerin dar bir durumda olması, zor bir durumda kalmak.
Projenin son teslim tarihi yaklaşıyor ve işimiz sıkışık, her şey yetişmeye çalışıyoruz.
işi üç nalla bir ata kalmak: İşlerin çok karmaşık ve zor hale gelmesi.
Yeni düzenlemeler işi üç nalla bir ata kalmak gibi yaptı, her şey karıştı.
işi yokuşa sürmek: İşleri zorlaştırmak, güçleştirmek.
Projeyi daha da zorlaştırmak için bazı gereksiz kurallar eklediler, işi yokuşa sürdüler.
işin içinde iş var: Bir işin veya durumun karmaşık olduğunu, görünenden fazlasının olduğunu ifade eder.
Bu anlaşmada işin içinde iş var gibi görünüyor, her detayı dikkatlice incelememiz gerek.
işin ucu birine dokunmak: Bir işin sonucunun veya etkisinin bir kişiyi etkilemesi.
Bu kararların işin ucu birine dokunmak gibi, bazı çalışanlar doğrudan etkilenebilir.
işinde yükselmek: Kariyer veya görevde daha yüksek bir pozisyona gelmek.
Çalışkan ve başarılı performansıyla işinde yükselmek için çok çaba gösterdi.
işkembesini şişirmek: Kendisini gereğinden fazla önemsemek, hava atmak.
Yeni arabasını sürekli övünerek işkembesini şişiriyordu.
iştahı kapanmak: Bir şeyden veya bir durumdan tamamen hevesinin ve ilgisinin kesilmesi.
Sıkıntılı olaylar yüzünden iştahı kapanmış, yemek yeme isteği kalmamıştı.
it taşlayan: İnsanları küçümseyen, hakaret eden, kaba davranan kişi.
Toplantılarda sürekli it taşlayan tavırlar sergiliyor, kimseyle iyi geçinemiyor.
ite atsan yemez: Son derece kötü veya değersiz bir şey.
Yapılan iş öylesine kalitesiz ki, ite atsan yemez.
itsiz köy gibi tenha: Son derece tenha, sessiz, hareketsiz bir yer.
Tatil köyü sezon dışında itsiz köy gibi tenha, neredeyse kimse yok.
itsiz köye dönmek: Canlılık ve hareketliliğin kaybolduğu, çok sessiz bir hale gelmek.
Şirketin eski canlı atmosferi şimdi itsiz köye döndü, her şey durgun.
iyi gün dostu: Sadece iyi zamanlarda yanında olan, zor zamanlarda destek olmayan kişi.
Bu kişi gerçek bir dost değil, sadece iyi gün dostu, zorda kalınca hiç yanında yok.
iyiye iyi, kötüye kötü demek: Her durumu, gerçekliğine göre değerlendirmek, adil olmak.
Herkes onun iyiliğini övüyor, ama iyiyi iyi, kötüyü kötü demekten çekinmiyor.
izi belirsiz olmak: Nerede olduğu veya ne yaptığı hakkında net bilgi olmamak.
Projenin lideri uzun zamandır kayıp, izi belirsiz, ne yaptığı hakkında hiçbir bilgi yok.
izi silinmek: Bir şeyin veya kişinin tamamen kaybolması, etkisinin kalmaması.
Eski hataların izi silinmek zorunda, yeniden başlamak gerekiyor.
izi tozu kalmamak: Bir şeyin veya kişinin tamamen yok olması, izinin bile kalmaması.
Eski şirketin izi tozu kalmadı, yeni bir başlangıç yaptılar.
izinden gitmek: Bir kişinin yaptığı işi veya davranışları takip etmek, ona benzemek.
Bu projenin tasarımında izinden gitmek istediğimiz kişi gerçekten ilham verici.
izinden yürümek: Birinin yöntemini veya yolunu takip etmek, benzer şekilde ilerlemek.
Başarılı bir iş stratejisi geliştirdi, şimdi onun izinden yürümek istiyoruz.
izini kaybetmek: Bir kişinin veya şeyin yerini bulmakta zorlanmak, kaybolmak.
Çalışanlardan biri aniden izini kaybetti, nerede olduğu bilinmiyor.
jeton düşmek: Bir şeyin anlamını veya önemini aniden fark etmek, kavramak.
Sonunda jeton düştü ve projede neyi yanlış yaptığını fark etti.
jilet gibi: Çok düzgün, pırıl pırıl, kusursuz.
Yeni takım elbisesi jilet gibi, çok şık ve temiz görünüyor.
jurnal etmek: Bir şeyi detaylı şekilde not etmek veya kaydetmek.
Her gün işlerde yapılanları jurnal etmek, ileride referans almak için önemli.