Aba altından değnek göstermek: Gizlice veya dolaylı yoldan tehdit etmek, gizli bir şekilde güç veya otorite kullanmak .
Herkese tatlı görünmeye çalışıyor ama aslında aba altından değnek gösteriyor.
Abayı yakmak: Bir şeyi veya birini çok fazla ön plana çıkarmak, gereksiz yere önem vermek .
O projeyi her fırsatta övünce, abayı yaktı ve herkes dikkatini çekti.
Abbas yolcu: Gidici, durumu veya kişinin artık orada olmadığını ifade eden bir deyimdir.
Toplantıda konuşan kişinin Abbas yolcu olduğu anlaşıldı, artık burada değil.
Abdestinden şüphesi olmamak: Kendi doğru ve temiz olduğundan emin olmak .
Her şeyi doğru yaptığından emin, abdestinden şüphesi yok.
Abes kaçmak: Konu dışı, anlamsız veya gereksiz bir şey yapmak .
O tartışmanın bu kadar uzaması tamamen abes kaçtı.
Abesle iştigal etmek (veya uğraşmak): Gereksiz, anlamsız veya işe yaramayan bir şeyle meşgul olmak .
O konuda bu kadar vakit harcamak abesle iştigal etmek gibi.
Abuk sabuk konuşmak: Anlamsız ve mantıksız konuşmak .
Toplantıda sürekli abuk sabuk konuştu, kimse ne dediğini anlamadı.
Acı çekmek (duymak): Zor bir durumu yaşamak, fiziksel ya da duygusal olarak rahatsızlık duymak .
Sakatlıktan dolayı acı çekiyor, tedavi süreci çok uzun.
Acısını çekmek: Bir eylemin ya da olayın olumsuz sonuçlarını yaşamak .
Yanlış karar verdiği için acısını çekti, tüm projeyi kaybetti.
Acısını çıkarmak: Bir kişiden ya da durumdan intikam almak, bir şeyi telafi etmek .
Hatalı çalıştığı projeyi tekrar yaparak acısını çıkardı.
Aç susuz kalmak: Hem aç kalmak hem de susuz olmak, zor bir durumda olmak .
Uzun süren yolculuk sırasında aç susuz kaldık, büyük sıkıntı yaşadık.
Açık kapı bırakmak: Gelecekteki bir olasılık veya fırsat için bir alan veya şans bırakmak .
O konuyu netleştirmedi, açık kapı bıraktı her ihtimale karşı.
Açık vermek: Dikkatsizlik veya hatadan dolayı bir bilgi veya fırsatı düşürmek .
Sunumda açık verdi, bazı bilgiler eksikti.
Açıkta kalmak (olmak): Korumasız veya güvencesiz durumda olmak .
Yapı ruhsatı olmadan açıkta kaldı, inşaatı devam edemedi.
Açlıktan nefesi kokmak: Çok aç olmak, açlıktan rahatsızlık duymak .
O kadar açtı ki, açlıktan nefesi kokuyor.
Açmaza düşmek: Çözümü olmayan, karmaşık bir durum içine girmek .
O sorunlar yüzünden açmaza düştü, çıkış yolu bulamıyor.
Adı batmak: Kötü bir üne sahip olmak, ismi olumsuz bir şekilde anılmak .
O olaydan sonra adı batmış durumda, kimse onunla iş yapmak istemiyor.
Adı çıkmak: Bir kişinin veya şeyin belli bir üne sahip olması .
İyi işlerle tanındığı için adı çıktı, herkes onun başarılarını konuşuyor.
Adı kalmak: Sadece isminin veya unvanının kalması, gerçek başarı veya etkinin olmaması .
Projede eski ünvanının adı kaldı, hiçbir somut başarı elde edemedi.
Adını ağzına almamak: Bir kişiyi veya şeyi özellikle dile getirmemek, anmamak .
Kötü bir olaydan sonra adını ağzına almıyor, tüm bağlantıları kesmiş.
Adını koymak: Bir şeyin ne olduğunu veya ne olacağını belirlemek, isimlendirmek .
Yeni stratejiyi belirleyip adını koydu, artık her şey net.
Aforoz etmek: Bir kişiyi toplumdan veya belirli bir gruptan dışlamak, ayıplamak .
O olaydan sonra aforoz edildi, artık grupta yer almıyor.
Ağır basmak: Bir şeyin ya da bir kişinin üstün gelmesi, daha etkili veya önemli olması .
O tartışmada ağır basan onun görüşü oldu, diğerleri kabul etti.
Ağır gelmek: Zor veya sıkıntı verici olmak .
Bu sorumluluk ona ağır geldi, daha fazla yük taşıyamıyor.
Ağırdan almak: Bir işi yavaşlatmak, acele etmemek .
Son teslim tarihine rağmen ağırdan alıyor, işleri yavaşlatıyor.
Ağız kalabalığına getirmek: Gereksiz yere fazla konuşmak, laf kalabalığı yapmak .
Toplantıda ağız kalabalığına getirdi, konuyu uzattı.
Ağız yapmak: Konuşmak, bazı şeyleri dile getirmek .
Sıkıntıları hakkında ağız yaptı, her şeyi açıkladı.
Ağızda sakız gibi çiğnemek: Bir konuyu sürekli tekrarlamak veya aynı şeyi uzun süre gündemde tutmak .
Her fırsatta aynı tartışmayı ağızda sakız gibi çiğniyor.
Ağzı açık ayran delisi (budalası): Her şeye şaşıran, anlayışsız ve tepkisiz biri .
O kadar büyük bir sürpriz ki, ağzı açık ayran delisi gibi kaldı.
Ağzı kulaklarına varmak: Çok mutlu ve keyifli olmak .
Başarı haberini aldıktan sonra ağzı kulaklarına vardı, çok sevindi.
Ağzı süt kokmak: Genç, tecrübesiz veya çocukça davranmak .
Henüz iş dünyasında yeni olduğu için, ağzı süt kokuyor.
Ağzı var dili yok: Bir kişinin çok konuşmasına rağmen etkili bir şekilde ifade edememesi .
Toplantıda ağzı var dili yok, hiçbir somut öneri getirmedi.
Ağzında bakla ıslanmamak: Konuşmamak, bir şeyi gizli tutmak .
Saklı kalması gereken bir sır hakkında ağzında bakla ıslanmıyor.
Ağzından girip burnundan çıkmak: Bir şeyin çok uzun sürmesi veya bir kişiyi çok fazla konuşması .
Sunum ağzından girip burnundan çıktı, çok uzadı.
Ağzından kaçırmak: Bilmeden veya istemeden bir sırrı veya önemli bilgiyi söylemek .
Planları ağzından kaçırdı, herkes öğrendi.
Ağzını açıp gözünü yummak: Bir konu hakkında ne dediğini düşünmeden konuşmak .
Ona bu konuda dikkat etmesi gerektiğini söyledim ama ağzını açıp gözünü yummak gibi davrandı.
Ağzını aramak (yoklamak): Bir konuda bilgi toplamak, bir durumu öğrenmek .
Toplantı sırasında ağzını arıyor, herkesin fikrini öğrenmek istiyor.
Ağzını kapamak (kilitlemek): Konuşmayı veya bilgi vermeyi durdurmak .
O olaydan sonra ağzını kapadı, artık hiçbir şey söylemiyor.
Ağzının suyu akmak: Bir şeyi çok istemek, cazip bulmak .
O yemeği görünce ağzının suyu aktı, çok beğendi.
Ah almak: Bir kişinin veya bir şeyin zarara uğraması, bir konuda şikayetçi olmak .
Haksızlığa uğradığında ah aldı, içi rahatlamadı.
Ahı çıkmak: Bir eylem veya olayın sonrasında hakkının verilmemesi, haksızlığa uğramak .
O kadar emek vermesine rağmen, ahı çıktı ve ödülünü alamadı.
Ahkâm çıkarmak: Gereksiz yere detaylı ve karmaşık açıklamalar yapmak .
O konuda ahkâm çıkardı, basit bir işi karmaşık hale getirdi.
Akan sular durmak: Zamanla bir şeyin veya olayın etkisinin azalması .
Başarısız projeden sonra işleri toparlamak zor oldu, ama akan sular durdu ve düzene girdik.
Akıl etmek: Bir şeyi anlamak, bir fikre sahip olmak .
Bu işin detaylarını akıl etti, artık ne yapması gerektiğini biliyor.
Akla karayı seçmek: Zorlu bir durumla karşılaşmak, çözüm bulmakta zorlanmak .
O işin içinden çıkmak için akla karayı seçti, birçok çözüm yolu denedi.
Aklı almamak: Bir durumu veya durumu anlamamak, kabul edememek .
O kadar büyük bir başarısızlık ki, aklı almıyor.
Aklı başına gelmek: Bir kişinin daha mantıklı veya akıllı bir şekilde davranmaya başlaması .
Uzun süren kaosun ardından, aklı başına geldi ve işleri düzeltti.
Aklı başında olmamak: Normal düşünce yeteneğini yitirmek, mantıksız davranmak .
O kadar sinirlendi ki, aklı başında olmuyor.
Aklı başından gitmek: Şok veya yoğun bir duygudan dolayı normal düşünme yeteneğini kaybetmek .
O kadar büyük bir sürpriz yaşadı ki, aklı başından gitti.
Aklı çıkmak: Bir şeyi anlamakta veya kabul etmekte zorlanmak .
Önemli bir haberi duyduğunda aklı çıktı, ne yapacağını bilemedi.
Aklı durmak: Şok edici bir durum karşısında şaşkınlık yaşamak .
O olay karşısında aklı durdu, nasıl tepki vereceğini bilemedi.
Aklı karışmak: Düşünce ve kararlarını karıştırmak, kafa karışıklığı yaşamak .
Proje detayları hakkında konuşurken aklı karıştı, ne yapması gerektiğini bilemedi.
Aklı kesmek: Bir durumu veya durumu net bir şekilde anlamak .
O konuda bilgi sahibi olduktan sonra, aklı kesti ve ne yapması gerektiğini fark etti.
Aklına düşmek: Bir şeyin düşünceye gelmesi, akılda yer edinmesi .
O yeni fikri aklına düştü, hemen denemek istedi.
Aklına esmek: Bir şey yapmak için ani bir istek veya fikir gelmesi .
Birden aklına esti, planlarını değiştirdi.
Aklına gelmek: Bir şeyin düşünceye gelmesi, hatırlamak .
O eski arkadaşını aklına geldi, hemen aramak istedi.
Aklından zoru olmak: Akıl sağlığı yerinde olmamak, zihinsel zorluk yaşamak .
Son zamanlarda yaşadığı olaylar yüzünden aklından zoru oluyor.
Aklını (bir şeyle) bozmak: Bir şey yüzünden zihnini karıştırmak veya normal düşünce yeteneğini kaybetmek .
O uzun toplantılar aklını bozdu, artık ne yaptığını bilmiyor.
Aklını peynir ekmekle yemek: Çok düşüncesizce veya mantıksız bir şekilde hareket etmek .
Yaptığı açıklamalarla aklını peynir ekmekle yedi, çok komik bir duruma düştü.
Akşamdan kavur, sabaha savur: Akşamdan hazırlayıp, sabaha kadar tüketmek .
Yemekleri akşamdan kavurup sabaha savurdu, ertesi gün de hala vardı.
Al gülüm ver gülüm: Karşılıklı olarak iyiliklerde bulunmak, hediyeleşmek .
O etkinlikte sürekli al gülüm ver gülüm yaptılar, herkes bir şeyler hediye etti.
Al takke ver külah: Karşılıklı değişim yapmak, genellikle bir şeyin değiş tokuş edilmesi .
Sonunda al takke ver külah dediler ve anlaşmaya vardılar.
Alacağına şahin, vereceğine karga (kuzgun): Bir şeyi almak istediğinde çok hevesli olmak, ama vermesi gerektiğinde isteksiz davranmak .
Ödülleri almak için alacağına şahin, ama sorumlulukları yerine getirmekte vereceğine karga gibi.
Alı al, moru mor: Her şeyin renginin ve şeklinde olması, her şeyin uygun olması .
Yeni dekorasyonuyla her şey alı al, moru mor oldu, mükemmel görünüyor.
Alıcı gözüyle bakmak: Bir şeyi değerlendirme veya beğenme amacıyla dikkatli bir şekilde bakmak .
O eski eşyayı alıcı gözüyle inceledi, çok değerli olduğunu düşündü.
Alın teri dökmek: Çok çalışmak, emek vermek .
O projede büyük başarı elde etti çünkü alın teri döktü.
Allah yarattı dememek: Bir şeyin doğal olarak oluştuğunu, ilahi bir müdahaleye gerek olmadığını ifade etmek .
O işin bu kadar iyi olmasını sadece Allah yarattı dememek, titiz çalışmanın sonucu.
Alnının akıyla: Onurlu ve başarıyla tamamlamak, suçsuz ve temiz bir şekilde olmak .
Sınavı başarıyla geçti ve alnının akıyla mezun oldu.
Alnının kara yazısı: Kişinin kendi hataları veya suçları nedeniyle kötü duruma düşmesi .
O kötü kararlar yüzünden alnının kara yazısı oldu, kimse güvenmiyor.
Altında kalmamak: Bir durum veya kişi karşısında geri kalmamak, etkilenmemek .
Yeni teknolojilere uyum sağlamak için altında kalmamak gerek.
Altından girip üstünden çıkmak: Bir durumu dolambaçlı yollardan çözmek, kurnazca hareket etmek .
O anlaşmayı yaparken altından girip üstünden çıktı, birçok hile kullandı.
Altını çizmek: Önemli bir noktayı vurgulamak .
Sunumda önemli verilerin altını çizdi, herkes dikkatle dinledi.
Altını üstüne getirmek: Bir şeyi tamamen değiştirmek veya karıştırmak .
O rapor üzerinde çok oynadı ve altını üstüne getirdi, sonuçlar tamamen farklı oldu.
Aman dedirtmek (amana getirmek): Bir şeyin çok zorlayıcı veya rahatsız edici olması .
O işin zorluğu yüzünden herkese aman dedirtti, çok fazla stres yarattı.
Aman vermemek: Bir kişiye veya duruma tolerans göstermemek, sıkı davranmak .
Ona bu hatayı bir daha yapmaması için aman vermedi, sert bir şekilde uyardı.
Amana gelmek: Güvenilir ve sağlam bir durumu ifade eder, verilen sözlere bağlı kalmak .
Projeyi zamanında teslim ederek amana geldi, herkes memnun kaldı.
Anasından emdiği süt burnundan (fitil fitil) gelmek: Bir kişinin kötü davranışları yüzünden ceza veya kötü sonuçlarla karşılaşması .
Yaptığı hataların cezasını anasından emdiği süt burnundan geldi, çok büyük sorunlar yaşadı.
Anasının gözü: Bir kişinin en değerli, sevdiği şeyi ifade eder.
O çocuk, anasının gözü gibi, her zaman yanında.
Anca beraber, kanca beraber: Bir şeyin birlikte yapılması gerektiğini, ayrılmaz bir bütün olduğunu ifade eder.
Bu projede başarılı olmak için anca beraber, kanca beraber çalışmalıyız.
Aralarından su sızmamak: İki veya daha fazla kişi arasında çok yakın bir ilişki olduğunu ifade eder.
O çiftin ilişkisi gerçekten çok güçlü, aralarından su sızmıyor.
Araya girmek: Bir olayın veya konuşmanın içine dahil olmak, müdahale etmek .
O tartışmada araya girdi, iki tarafı da sakinleştirmeye çalıştı.
Arayı yapmak: İki taraf arasında mesafe veya ayrılık oluşturmak .
O olay yüzünden arayı yaptı, artık eski dostlarıyla konuşmuyor.
Arı kovanı gibi işlemek: Yoğun ve sürekli çalışmak .
O fabrikanın üretim hattı arı kovanı gibi işliyor, durmaksızın çalışıyor.
Arka arkaya vermek: Bir şeyi peş peşe yapmak, ardışık olarak sunmak .
Toplantıda arka arkaya verdi sunumlar, katılımcılar oldukça etkilendi.
Arka çıkmak: Bir kişi veya görüşü desteklemek .
O olayda arka çıktı, arkadaşının haklarını savundu.
Arka kapıdan çıkmak: Gizlice bir yerden çıkmak .
Parti sonunda, kalabalık dikkatini çekmeden arka kapıdan çıktı.
Arkadan söylemek: Bir kişiye doğrudan değil, dolaylı olarak konuşmak .
Eleştirilerini arkadan söyledi, doğrudan yüzüne karşı konuşmadı.
Arkadan vurmak: Bir kişiyi gizlice veya haksız yere eleştirmek .
O kişi arkadan vurdu, başka arkadaşlarıyla hakkında kötü konuştu.
Arkasını getirememek: Bir işi ya da durumu sürdürememek .
İyi bir başlangıç yapmasına rağmen, projeyi arkasını getiremedi.
Arpacı kumrusu gibi düşünmek: Çok şüpheci veya endişeli olmak .
O kadar detaylı düşündü ki, arpacı kumrusu gibi her ihtimali göz önünde bulundurdu.
Arpalık yapmak: Küçük ve önemsiz işlerle uğraşmak .
O görevde arpalık yaptı, önemli işler yerine küçük işlerle meşguldü.
Asıp kesmek: Sert ve aşırı bir şekilde eleştirmek .
Toplantıda proje hakkında asıp kesti, herkesin moralini bozdu.
Askıya çıkarmak: Bir şeyi geçici olarak durdurmak .
Proje bütçesi sorunları yüzünden askıya aldı, ilerlemeyi durdurdu.
Astarı yüzünden pahalı olmak (pahalıya gelmek): Bir şeyin görünen maliyetinden daha yüksek bir maliyeti olması .
O proje astarı yüzünden pahalıya geldi, bütçe aşımına yol açtı.
Astığı astık, kestiği kestik: Kural ve yasaklara sıkı sıkıya uymak .
Yönetici astığı astık, kestiği kestik bir tutum sergiledi, kimse kuralları ihlal edemedi.
Aşağıdan almak: Bir işte veya durumda en düşük seviyede kalmak .
O işte aşağıdan aldı, önemli bir sorumluluk üstlenmedi.
At oynatmak: Yetkili veya etkili bir şekilde davranmak, başkalarına yön vermek .
Yönetici toplantılarda at oynatıyor, her şey onun istediği gibi yürüyüyor.
Ateş almak: Zorluk çekmek, sıkıntı yaşamak .
Yeni iş düzenlemeleriyle ateş aldı, birçok sorun yaşadı.
Ağzı dili bağlanmak: Bir kişinin konuşma yeteneğini kaybetmesi ya da ağızının kapalı olması durumunu ifade eder. Örneğin: “Düşüncelerini açıkça ifade edemediği için ağzı dili bağlanmış gibi konuşuyor.”
Ağzı dört köşe olmak: Çok şaşkın veya hayret içinde olmak. Örneğin: “Son haberleri duyunca ağzı dört köşe oldu.”
Ağzı paça olmak: Çok aç gözlü veya çok konuşkan olmak. Örneğin: “Hikayeyi dinlerken ağzı paça oldu, her detayı öğrenmek istiyor.”
Ağzı sıkılık: Konuşkan olmamak, sır saklamak. Örneğin: “Önemli bilgileri sadece ağzı sıkı olanlardan alabilirsin.”
Ağzına düşmek: Bir şeyin ağzına düşmesi, genellikle yiyecek veya içeceklerin ağzına dökülmesi . Örneğin: “Biraz hızlı yediği için çorba ağzına düştü.”
Ağzına kaygan kapamak: Bir şeyi iyi gizlemek, sırıtmadan sessiz kalmak. Örneğin: “O konu hakkında hiç konuşmadı, ağzına kaygan kapamış gibi.”
Ağzına kilit takmak: Sırrı saklamak, konuşmamak. Örneğin: “O konuda ağzına kilit takmış, ne olacağını bilmiyoruz.”
Ağzına sağlık: Birinin söylediklerinden memnuniyet ifade eden bir teşekkür. Örneğin: “Lezzetli yemek için ağzına sağlık, ellerine sağlık.”
Ağzına sıçmak: Kötü bir şekilde yemek veya içmek . Örneğin: “Yemek yerken ağzına sıçtı, temizlenmesi uzun sürdü.”
Ağzına vermek: Birine bir şeyin iyi ya da kötü etkisini göstermek. Örneğin: “Yardım teklifini kabul etti, ağzına verdiği şeyler oldukça iyiydi.”
Ağzından bal damlamak: Ağızından tatlı sözlerin dökülmesi. Örneğin: “Hikayeyi anlatırken ağzından bal damlıyordu, herkes çok beğendi.”
Ağzından çıkanı kulağı duymamak: Kişinin söylediklerinin ne anlama geldiğini ya da verdiği sözleri önemsememek. Örneğin: “Sözlerine güvenme, ağzından çıkanı kulağı duymamak lazım.”
Ağzından laf almak: Bir kişiden bir şey öğrenmek. Örneğin: “Ondan bilgi alman zor, ağzından laf almak için özel bir ilişki kurmak gerekiyor.”
Ağzından yel almak: Boş konuşmak, gereksiz sözler söylemek. Örneğin: “O, her zaman ağzından yel alıyor, önemli bir şey söylediğini sanmıyorum.”
Ağzını aramak: İstemeden bir sorunu ya da durumu büyütmek. Örneğin: “Bu işin içine girmemeliydin, şimdi ağzını arıyorsun.”
Ağzını bıçak açmamak: Çok sessiz olmak, konuşmamak. Örneğin: “Toplantı sırasında ağzını bıçak açmıyordu, ne düşündüğü belli olmuyordu.”
Ağzını paça etmek: Konuşurken ağız hareketleriyle dikkat çekmek. Örneğin: “Toplantıda sürekli ağzını paça etti, her kelimeyi vurgulayarak söyledi.”
Ağzını poyraza açmak: Birine karşı çok açık ve net olmak. Örneğin: “O konuda açıkça konuşmak istiyorsa, ağzını poyraza açmak zorunda.”
Ağzının kaytanını çekmek: Konuşmaktan vazgeçmek, sır saklamak. Örneğin: “Sakın bu konuda konuşma, ağzının kaytanını çekmen gerek.”
Ağzının mührü ile: Bir şeyin kesinlikle doğru olduğunu vurgulamak. Örneğin: “Söyledikleri her zaman doğrudur, ağzının mührü ile doğruladı.”
Ağzının payını vermek: Birine hakkını teslim etmek, ödül vermek. Örneğin: “Başarıları için ağzının payını verdi, ödüllerle onurlandırdı.”
Ağzıyla kuş tutmak: Çok yetenekli olmak, olağanüstü başarılar göstermek. Örneğin: “Bu konuda ağzıyla kuş tutuyor, herkes ona hayran.”
Ah edip eh işitmek: Bir şeyin zorlayıcı olduğunu ya da zahmetli olduğunu ifade etmek. Örneğin: “O iş çok meşakkatli, ah edip eh işitmek zorunda kalıyorsun.”
Ahfeş’in keçisi gibi başını sallamak: Bir şeyi anlamış gibi görünmek ama aslında anlamamak. Örneğin: “Sunum sırasında ahfeş’in keçisi gibi başını salladı ama ne dediğini anlamadım.”
Ahı gitmiş vahı kalmış: Geçmişteki bir şeyin veya kişinin kötü durumda olması. Örneğin: “Geçmişten gelen bu işin ahı gitmiş vahı kalmış, bir an önce çözülmesi gerekiyor.”
Ahını yerde koymamak: Kötü bir durumu veya kişiyi adaletli bir şekilde cezalandırmak. Örneğin: “Haksızlığa uğradığında ahını yerde koymamak için hakkını aradı.”
Ak sakaldan yok sakala gelmek: Yaşlı kişilerin bilgeliği veya tecrübesinin yerinde olduğunu belirtmek. Örneğin: “Bu konuda çok tecrübeli, ak sakaldan yok sakala gelmek işin gereği.”
Akı bokuna karışmak: İşi veya durumu karmaşık hale getirmek. Örneğin: “Bu işin içine girdikten sonra akı bokuna karıştı, çözüm bulmak zorlaştı.”
Akıl akıl, gel çengele takıl: Bir kişinin akıl vermeye çalıştığını ama bu akılın işe yaramadığını ifade eder. Örneğin: “Her konuda akıl veriyor ama akıl akıl, gel çengele takıl diyesi geliyor.”
Akıl gel sikime takıl: Bu ifade, genellikle sinirli bir şekilde akıl vermeyi reddetmek . Örneğin: “Beni sinirlendirme, akıl gel sikime takıl demek istiyorum.”
Akıl öğretmek: Bir kişiye akıl vermek veya bilgi öğretmek. Örneğin: “Gençler, iş dünyasında başarılı olmak için akıl öğretmek gerekiyor.”
Akıl sır ermemek: Bir durumu veya düşünceyi anlamamak. Örneğin: “Bu planın nasıl işleyeceğini akıl sır ermemek zor.”
Akıl vermek: Başkalarına tavsiye veya öneride bulunmak. Örneğin: “Çözüm bulmak için ona akıl vermek yerine kendi yolunu bulmasını sağla.”
Akla karayı seçememek: Seçim yapmakta zorlanmak, net karar verememek. Örneğin: “Bu kadar seçeneğin arasında akla karayı seçememek zor.”
Aklı basmak: Bir şeyin mantığını kavramak. Örneğin: “O işi yaparken her şeyin aklı basmak gerek.”
Aklı başından bir karış yukarda: Kişinin düşünme yeteneği ya da karar verme kapasitesinin yüksek olduğunu ifade eder. Örneğin: “O kadar zeki ki, aklı başından bir karış yukarda.”
Aklı bokuna karışmak: Kişinin mantıksız ve saçma düşüncelere kapılması. Örneğin: “Bu konuda aklı bokuna karışmış, doğru karar vermekte zorlanıyor.”
Aklı durmak götü tavana vurmak: Kişinin aniden sinirlenmesi veya şaşırması. Örneğin: “Son gelişmeler karşısında aklı durmak götü tavana vurdu.”
Aklı durmak kıçı tavana vurmak: Kişinin çok sinirlenmesi veya şaşırması. Örneğin: “Olayın büyüklüğünden aklı durmak kıçı tavana vurdu.”
Aklı ermek: Bir şeyin mantığını kavrayabilmek, anlamak. Örneğin: “O kadar karmaşık işlerin mantığını anlamak aklı ermek gerekir.”
Aklı fırtmak: Kafanın karışması, düşünmenin zorlaşması. Örneğin: “Bu kadar detay arasında aklı fırtmak zor.”
Aklı götünde: Kişinin mantıksız veya saçma düşüncelere sahip olması. Örneğin: “Ona bir şey anlatmaya çalışmak, aklı götünde demek gibi.”
Aklı sikinde: Birinin kafasının karışık ve mantıksız bir durumda olması. Örneğin: “Sorunu çözmek yerine aklı sikinde bırakıyor.”
Aklına turp sıkmak: Birine veya bir şeye zarar vermek, kötü bir şey yapmak. Örneğin: “Onu bu durumda bırakmak, aklına turp sıkmak olur.”
Aklını başına almak: Akıllı ve mantıklı hareket etmek. Örneğin: “Sorunları çözmek için aklını başına alması lazım.”
Aklını çelmek: Birini düşüncelerinden alıkoymak, yönlendirmek. Örneğin: “Ona kötü alışkanlıklar kazandırarak aklını çelmek istiyorlar.”
Aklını kaçırmak: Şaşkınlık, stres veya üzüntü nedeniyle düşünme yeteneğini kaybetmek. Örneğin: “O kadar kötü bir haber aldı ki aklını kaçırdı.”
Akordeon olmak: Bir kişinin hem olumlu hem de olumsuz davranışları bir arada göstermesi. Örneğin: “Herkesle iyi geçiniyor ama bazen de akordeon gibi davranıyor.”
Akoz etmek: Bir kişiyi aldatmak veya kandırmak. Örneğin: “Herkes onu akoz etti, gerçekte ne yapacağını kimse bilmiyor.”
Akü doldurmak: Bir şeyi ya da bir durumu enerjiyle doldurmak, güçlendirmek. Örneğin: “Projenin başarısı için akü doldurmak gerekiyor.”
Aküsü bitmek: Bir şeyin ya da bir kişinin enerjisinin tükenmesi. Örneğin: “O kadar çalıştıktan sonra aküsü bitti, dinlenmeye ihtiyacı var.”
Akyazılı: Saf, temiz, yani doğal haliyle. Örneğin: “O bölgeyi keşfederken, doğal güzellikleri akyazılı buldum.”
Akyazılı görmek: Bir kişinin ya da durumun tamamen doğal ve saf olduğunu görmek. Örneğin: “Bu doğal manzarayı akyazılı görmek insana huzur veriyor.”
Al beni gaydası: Bir şeyi ya da durumu belirli bir standarda getirmek. Örneğin: “Her şey yerli yerinde, al beni gaydası oldu.”
Alabanda olmak: Yoğun bir şekilde çalışmak veya hareket etmek. Örneğin: “Projede çok çalıştı, alabanda olmak zorunda kaldı.”
Alabandayı çekmek: Zorlu bir duruma düşmek veya büyük bir çaba sarf etmek. Örneğin: “Bu işin içine girdikten sonra alabandayı çekmek zorunda kaldı.”
Alabandayı yemek: Büyük bir sorunla karşılaşmak. Örneğin: “Başarıya ulaşmak için çok çalıştı ama alabandayı yedi.”
Alafranga bebesi: Yüksek standartlarda giyinen veya yaşayan kişi. Örneğin: “O kadar şık giyinmiş ki, alafranga bebesi gibi görünüyor.”
Alakaya çay demlemek: Gereksiz veya alakasız bir şeyle uğraşmak. Örneğin: “Bu kadar detayla ilgilenmek alakaya çay demlemek gibi.”
Alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete: İşin içinde dolap döndürmek, sahtekarlık yapmak. Örneğin: “O işi bu kadar uzatmanın nedeni alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete.”
Alavere dalavere yapmak: İşleri karmaşık hale getirmek, hileli işlemler yapmak. Örneğin: “Bu işin bu kadar karmaşık hale gelmesinin nedeni alavere dalavere yapmak.”
Alaya çıkarılmak: Küçük düşürülmek, dalga geçilmek. Örneğin: “O önemli toplantıda alaya çıkarıldı, herkes onunla dalga geçti.”
Alaylı yazılımcı: Eğitimli veya lisanslı olmayan, kendi kendine öğrenmiş yazılımcı. Örneğin: “Bu proje için alaylı yazılımcılara da yer verdik.”
Alçacık boylu kadife donlu: Küçük, önemsiz ve sıradan kişileri ifade eden bir deyim. Örneğin: “Onun bu kadar düşük kalitedeki işine alçacık boylu kadife donlu muamelesi yaptık.”
Ali kıran baş keser: Çok acımasız, sert ve adaletsiz davranan kişi. Örneğin: “Hatalarını görmezden gelmek yerine ali kıran baş keser gibi davrandı.”
Ali Rıza: Yaygın bir ad, genellikle halk arasında kullanılan bir isim. Örneğin: “Ali Rıza isimli bu adam çok saygıdeğer biridir.”
Allah hakkı için: Bir şeyi yaparken dürüst ve samimi olmayı ifade eder. Örneğin: “Bu işi Allah hakkı için yapmalısın, her şeyin doğru olması gerek.”
Allah kerim yeri: Kişinin bilinmeyen ya da belirsiz bir durumda olduğunu ifade eder. Örneğin: “Şu an ne olacağını bilmiyorum, Allah kerim yeri.”
Atsan atılmaz, satsan satılmaz: Bir şeyin değersiz olduğunu, hiçbir şekilde fayda sağlamayacağını ifade eder.
O eski bilgisayar atsan atılmaz, satsan satılmaz durumda, artık işe yaramıyor.
Avucunu yalamak: Bir fırsatı kaçırmak veya bir şeye sahip olamayacağını anlamak .
Düşlediği evi almak için parası yetmeyince, avucunu yalamak zorunda kaldı.
Ayağa kalkmak: Bir yerden veya durumdan toparlanmak, kendini yeniden bulmak .
Yatırımlardaki kayıptan sonra şirket ayağa kalkmak için yeni stratejiler geliştirdi.
Ayağı ile gelmek: Bir yere gitmek , genellikle bir şeyi ifade etmek için kullanılır.
Davetli olmadan ayağı ile geldi ve etkinliği izlemeye başladı.
Ayağını kaydırmak: Bir hata yapmak, yanlış bir adım atmak .
O yanlış karar ayağını kaydırmasına neden oldu ve projeyi tehlikeye attı.
Ayak diremek: Bir şeyin yapılmasına karşı çıkmak, direniş göstermek .
Yeni düzenlemelere karşı ayak diremek zorunda kaldılar, değişiklikleri kabul etmediler.
Ayak uydurmak: Gelişmelere veya değişikliklere uyum sağlamak .
Hızla değişen teknolojilere ayak uydurmak zorundayız, aksi takdirde geride kalırız.
Ayaklar altına almak: Bir şeyi küçümsemek, önemsememek .
Başarılarını ayaklar altına aldı, tüm çabalarını hiçe saydı.
Ayakları geri geri gitmek: Bir şeyden korkmak veya çekinmek .
O iş yerinin zorlayıcı şartları yüzünden ayakları geri geri gitmeye başladı.
Ayıkla pirincin taşını: Bir işteki gereksiz veya kötü unsurları ayıklamak .
Proje raporunu gözden geçirirken ayıkla pirincin taşını, her detayı dikkatle kontrol et.
Aza çoğa bakmamak: Mevcut durumu kabul etmek, mevcutla yetinmek .
O işte aza çoğa bakmamak gerekti, mevcut şartlarla ilerlemek zorundaydık.
Azizlik etmek: Her şeyi kuralına uygun yapmak, dikkatli davranmak .
O işin detaylarına azizlik etti, her şeyin mükemmel olduğundan emin oldu.
Ağzı kulağına varmak: Çok mutlu, memnun veya şaşkın olmak .
O hediye ile ağzı kulağına vardı, çok sevindi.
Alıcı gözüyle bakmak: Bir şeyi dikkatli bir şekilde değerlendirmek .
O evi alıcı gözüyle inceledi, her detayını kontrol etti.
Ayaklar altında çiğnenmek: Bir şeyin veya kişinin değersizleşmesi .
Bu eski eşyalar artık ayaklar altında çiğneniyor, kimse önemsemiyor.
Bir dokun bin ah işit: Küçük bir hareketin veya sözün büyük bir etki yaratması .
Yaptığı küçük bir eleştiri ile bir dokun bin ah işit etti, herkes tepki gösterdi.
Bülbül gibi şakımak: Çok neşeli ve yüksek sesle konuşmak, şarkı söylemek .
Partide bülbül gibi şakımak istedi, her şeyi neşeyle anlattı.
Ciğeri yanmak: Çok üzülmek veya acı çekmek .
O olayda ciğeri yandı, büyük bir acı yaşadı.
Döner taşım yok, öter kuşum yok: Kendisinin veya çevresinin herhangi bir özelliği veya katkısı olmadığını ifade eder.
Kardeşim için her şeyi yapmaya çalıştım ama döner taşım yok, öter kuşum yok, hiçbir katkım olmadı.
Dört gözle beklemek: Bir şeyi büyük bir heyecanla veya sabırsızlıkla beklemek .
Yeni telefonunu dört gözle bekliyor, sabırsızlıkla teslim edilmesini istiyor.
Dut yemiş bülbüle dönmek: Çok üzülmek veya moralinin bozulması .
O olaydan sonra dut yemiş bülbüle döndü, çok üzgün görünüyor.
Namuslu adamdır; kursağından haram lokma geçmemiştir: Bir kişinin çok dürüst ve temiz olduğunu ifade eder.
O kişi namuslu adamdır; kursağından haram lokma geçmemiştir, her zaman düzgün bir yaşam sürmüştür.
Onda çüke sürülecek akıl yoktur: Bir kişinin akıl veya mantık yönünden yetersiz olduğunu ifade eder.
O kararın ne kadar yanlış olduğunu anlatmak zor, çünkü onda çüke sürülecek akıl yoktur.
Sofranın sınırı yok, tokadın yuları yok: Bir şeyin sınırsız olduğunu veya yapılacak şeyin kontrolsüz olduğunu ifade eder.
O evde her şey sofranın sınırı yok, tokadın yuları yok gibi
Sofranın sınırı yok, tokadın yuları yok: Bir şeyin sınırları olmadığını, kontrolün kaybolduğunu ifade eder.
Evdeki davette sofranın sınırı yok, tokadın yuları yok gibi, her şey serbestti.
Unu kuru olmak: İyi durumda, sorunsuz olmak .
Sosyal güvenceleri sağlam olan kişi unu kuru durumda, herhangi bir endişesi yok.
Aba altından sopa göstermek: Gizli şekilde tehdit etmek veya uyarıda bulunmak .
O konuşmada aba altından sopa gösterdi, dolaylı bir şekilde tehditte bulundu.
Aba gibi: Kaba, sert veya iri olarak tanımlamak .
O konuşma tarzı aba gibi; direkt ve sert bir üslubu var.
Abacı kebeci, sen neci: Bir kişinin işini bilmeden konuştuğunu veya bir şeyi anlamadığını ifade eder.
O işin detayları hakkında konuşurken, abacı kebeci, sen neci dedirtti, çünkü ne hakkında konuştuğunu bilmiyordu.
Abanoz gibi: Çok sert veya dayanıklı .
O insan abanoz gibi güçlü, hiçbir şey onu kolayca etkileyemez.
Abanoz kesilmek: Çok ciddi veya katı bir tavır sergilemek .
O toplantıda abanoz kesildi, ciddi bir tutum sergileyerek herkesin dikkatini çekti.
Abayı sermek: Çok fazla dikkat çekmek veya öne çıkmak .
O performansıyla abayı serdi, tüm gözler onun üzerindeydi.
Abaza çekmek: Bir durumu zorlaştırmak veya sıkıntıya sokmak .
Yeni yönetim değişikliği işleri abaza çekti, her şey daha karmaşık hale geldi.
Abazan döküntüsü: Genellikle zayıf, işe yaramaz bir kişi için kullanılan bir ifadedir.
Ona abazan döküntüsü denir, işten anlamayan ve sürekli sorun çıkaran biri olarak görülür.
Abazan kalmak: Bir şeyi ya da durumu yetersiz ve değersiz olarak tanımlamak .
O eski ekipman abazan kaldı, artık kullanılmaz hale geldi.
Abazan köyün dişi eşeği: Bir kişinin köydeki ya da toplumdaki çok düşük ve aşağılayıcı bir pozisyona sahip olduğunu ifade eder.
Kişinin sürekli olumsuz tavırları ve davranışları yüzünden abazan köyün dişi eşeği olarak adlandırılıyor.
Abdal dili dökmek: Yetersiz ve karışık konuşmak .
O konuda abdal dili döktü, konuşması anlaşılmaz ve dağınıktı.
Abdest almak: İslam dininde namaz öncesi yapılan temizlik .
Namazdan önce abdest aldı, temizlenmek için gerekli adımları tamamladı.
Abdest bozmak: Abdestin geçerliliğini yitirmesi, genellikle temizlik kurallarını ihlal etmek .
Yemek yedikten sonra abdest bozdu, namaz için tekrar abdest alması gerek.
Abdest tazelemek: Abdestin geçerliliğini sağlamak amacıyla yeniden almak .
O işten sonra abdest tazelemek zorunda kaldı, tekrar temizlenmesi gerekti.
Abdesti bozulmak: Abdestin geçerliliğini yitirmesi .
O olay abdesti bozulmasına neden oldu, namaz için abdestini tekrar alması gerekiyordu.
Abdesti gelmek: Abdest alma ihtiyacı duymak .
O uzun bir yolculuktan sonra abdesti geldi, temizlenmek istedi.
Abdesti kaçmak: Abdestin geçerliliğini yitirmesi .
Yemeğin ardından abdesti kaçtı, namaz kılmadan önce tekrar abdest alması gerekiyor.
Abdestinde namazında olmak: Dinî görevleri eksiksiz ve doğru şekilde yerine getirmek .
Her zaman abdestinde namazında olmaya özen gösterir, dini kurallara uygun yaşar.
Abdestini vermek: Abdest almak .
Namaz için abdestini verdi, temizlenmek için gerekli adımları tamamladı.
Abdestsiz yere basmamak: Abdestin bozulmaması için dikkatli olmak .
Temizlik kurallarına dikkat eden kişi, abdestsiz yere basmamak konusunda titizdir.
Abes bulmak: Bir şeyin anlamsız veya gereksiz olduğunu düşünmek .
O öneriyi abes buldu, konuyla ilgili hiç anlamlı görmedi.
Abesle iştigal etmek: Anlamsız veya gereksiz bir şeyle meşgul olmak .
Önemli işlerle ilgilenmesi gereken kişi abesle iştigal etti, vakit kaybı yaşandı.
Abesle uğraşmak: Anlamsız veya gereksiz işlerle vakit geçirmek .
O kadar önemli işler varken abesle uğraşmak doğru değil, zaman kaybediyorsun.
Abıhayat içmiş: Yaşlanmış, yaşlı bir kişi için kullanılır.
O çok yaşlı ve abıhayat içmiş, yılların verdiği yorgunluğu üzerinde taşıyor.
Abliyi bırakmak: Birine karşı aşırı davranışları bırakmak .
Yeniden ciddi bir ilişkiye başlamadan önce, abliyi bırakmak gerekti.
Abliyi kaçırmak: Bir kişinin aşırı ve gereksiz davranışlarını veya tavırlarını bırakmak .
O davranışlardan sonra, abliyi kaçırmak zorundaydık, daha ölçülü olmalıydık.
Abliyi koyvermek: Aşırı ve gereksiz tavırları tamamen bırakmak .
Geri dönüp eski tavırlarına abliyi koyvermek yerine, yeni bir başlangıç yap.
Abluka altına almak: Bir yeri veya kişiyi çevreleyerek kontrol altına almak .
Şehir, tehditler nedeniyle abluka altına alındı, giriş çıkışlar sıkı denetim altına alındı.
Abluka altında tutmak: Bir yeri veya kişiyi sıkı denetim altında tutmak .
Yönetim, muhalifleri abluka altında tuttu, her hareketleri izlendi.
Ablukayı yarmak: Çevrelenmiş bir durumu veya yerden çıkmak .
Şehir, uzun süre süren ablukanın ardından ablukayı yardı, yardımlar ulaştı.
Abuk sabuk konuşmak: Anlamsız ve düzensiz konuşmak .
O kişi toplantıda abuk sabuk konuştu, kimse söylediklerini anlayamadı.
Abula etmek: Gereksiz yere fazla konuşmak .
O kadar çok abula etti ki, toplantının esas konularına geçmek neredeyse imkansız oldu.
Abuse etmek: Kötüye kullanmak, istismar etmek .
Yönetim abuse etti, kuralları kişisel çıkarları için eğip bükmekten çekinmedi.
Abuzamzak kayabaşı: Bir kişinin karakterinin olumsuz ve olgunlaşmamış olduğunu ifade eder.
O karakter abuzamzak kayabaşı gibi, her zaman sorumsuz davranıyor.
Acayibine gitmek: Bir şeyin ya da durumun kişinin beklentilerini aşması .
O kadar çok çalıştı ki, sonuçlar acayibine gitti, beklediğinden çok daha iyi oldu.
Aceleye gelmek: Bir işin aceleyle yapılması .
O projeyi aceleye getirdi, bu yüzden birçok hata içeriyor.
Aceleye getirmek: Bir işi aceleye almak, hızlandırmak .
İşlerin hızlı bir şekilde yapılması gerektiğinde, aceleye getirdik ve kalite düştü.
Acemi kılıcı gibi: Beceriksiz ve yetersiz olmak .
O proje acemi kılıcı gibi yönetildi, sonuçlar istediğimiz gibi olmadı.
Acemilik çekmek: Deneyimsizlik yüzünden sorun yaşamak .
Yeni başlayan işçiler acemilik çekti, işi öğrenmeleri zaman aldı.
Acı çekmek: Zor bir durumu deneyimlemek, fiziksel veya duygusal acı yaşamak .
Sakatlık nedeniyle acı çekti, iyileşmesi uzun zaman aldı.
Acı duymak: Fiziksel ya da duygusal acı yaşamak .
Kayıptan sonra acı duymak zorundaydı, oldukça üzgün görünüyordu.
Acı gelmek: Bir durumu veya olayı acı verici bulmak .
O olay acı geldi, yaşadığı travma oldukça etkiliydi.
Acı görmek: Olumsuz ve zorlu deneyimler yaşamak .
O, iş hayatında birçok acı gördü, birçok zorlukla karşılaştı.
Acı söylemek: Acı bir gerçeği veya durumu ifade etmek .
Projenin başarısızlığını acı söylemek zorundaydım, ama gerçeği bilmek gerek.
Acı vermek: Başka birine acı yaşatmak .
O yanlış karar acı verdi, birçok insanın zarar görmesine neden oldu.
Acığı tutmak: Bir şeyin kötü yönlerini saklamak, gizlemek .
O olayı acığı tuttu, gerçeği tam olarak anlatmadı.
Acılar görmek: Birçok zorlu ve zor durumla karşılaşmak .
Hayatında birçok acı gördü, pek çok sıkıntı ve zor dönem yaşadı.
Acından ölmek: Aşırı derecede aç kalmak, yokluk çekmek .
O eski günlerde acından öldü, yiyecek bulmakta çok zorlandı.
Acısı çıkmak: Bir olayın ya da durumun olumsuz etkilerinin geçmesi .
Sıkıntı ve zorluklar sonunda acısı çıktı, rahatlamaya başladı.
Acısı içine çökmek: İçsel olarak acı yaşamak .
O kayıptan sonra acısı içine çöktü, duygusal olarak derin bir etkilenme yaşadı.
Acısı içine işlemek: Bir acının derinlemesine etkisi altında kalmak .
O olay acısını içine işledi, bu deneyim onu derinden etkiledi.
Acısı yüreğine çökmek: İçsel bir acının yoğun olarak hissedilmesi .
O travmatik olayın acısı yüreğine çöktü, büyük bir üzüntü yaşadı.
Acısı yüreğine işlemek: Derin bir acının duygusal etkisi altında kalmak .
Kayıp yaşadıktan sonra acısı yüreğine işledi, bu zor dönemi atlattı.
Acısına dayanamamak: Bir acıya veya sıkıntıya karşı koyamamak .
O kaybın acısına dayanamamak çok zorladı, çok üzgün görünüyordu.
Acısını almak: Bir olayın olumsuz etkilerini telafi etmek .
O kötü durumu düzelterek acısını aldı, yeniden toparlandı.
Acısını bağrına basmak: Bir acıyı veya zor durumu kabul etmek .
Yaşadığı zorlukları bağrına bastı, bu süreci kabul ederek yaşadı.
Acısını bağrına gömmek: Bir acıyı içsel olarak yaşamak, dışa yansıtmamak .
O üzüntüsünü bağrına gömdü, kimseye göstermedi.
Acısını görmek: Bir olayın veya durumun olumsuz etkilerini yaşamak .
O zor dönemden sonra acısını gördü, birçok sıkıntı yaşadı.
Acısını içine basmak: Bir acıyı içsel olarak yaşayıp dışa yansıtmamak .
O üzüntüyü içine basmak zorunda kaldı, duygularını dışa vuramadı.
Acısını içine gömmek: İçsel acıyı dışa vurmadan yaşamak .
Yaşadığı kaybın acısını içine gömdü, kendini toparlamak için dışa vurmadı.
âciz kalmak: Çaresiz veya yetersiz hissetmek .
O zor durumda âciz kaldı, hiçbir çözüm bulamadı.
Acze düşmek: Çaresizlik içine girmek .
Durumun getirdiği zorluklar yüzünden acze düştü, ne yapacağını bilemedi.
Aç kurt gibi saldırmak: Bir şeye çok aç gözle yaklaşmak .
O fırsatı görünce aç kurt gibi saldırdı, her şeyin hemen alınmasını istedi.
Açık almak: Bir şeyi açık, net bir şekilde kabul etmek .
Tartışmalı konuda açık almak için net bir karar verdi.
Açık ayak: Rahat ve serbest bir pozisyonda olmak .
Yeni iş yerinde açık ayak pozisyonda çalışıyor, çok özgür ve rahat.
Açık kaldırım: Güvenli ve rahat bir alan .
O bölgede açık kaldırım var, yürümek için çok uygun bir yer.
Açık kaldırımcı: Temiz, düzenli ve güvenli bir kişi .
O işte açık kaldırımcı gibi çalışıyor, her şeyi düzenli ve temiz tutuyor.
Açık konuşmak: Dürüst ve açık bir şekilde ifade etmek .
Toplantıda her şeyi açık konuşmak gerekiyordu, sorunlar doğrudan ifade edildi.
Açıklık kazandırmak: Bir konuyu netleştirmek .
O sorunun detaylarını açıklık kazandırmak amacıyla toplantı yapıldı.
Açılıp saçılmak: Kişisel bilgileri veya duyguları açığa çıkarmak .
Toplantıda herkes açılıp saçıldı, duygularını ve düşüncelerini açıkça ifade etti.
Açlıktan götü örümcek bağlamak: Aşırı açlık çekmek, kötü durumda olmak .
O eski zamanlarda açlıktan götü örümcek bağlamak durumundaydık, yiyecek bulmak zor oluyordu.
Açlıktan gözleri kararmak: Kötü durumda kalmak, açlık yüzünden görüş veya karar yeteneğini yitirmek .
Kötü günlerde açlıktan gözleri kararmıştı, açlık her şeyi zorlaştırmıştı.
Açmaz oynamak: Sorunlu bir durumda olmamak .
O projede her şey açmaz oynamak durumda, herhangi bir sıkıntı yaşanmıyor.
Açmaz yapmak: Bir şeyi gereksiz ve karmaşık hale getirmek .
Projede yapılan değişiklikler açmaz yaptı, işleri daha karmaşık hale getirdi.
Açtı ağzını yumdu gözünü: Her şeyi açıkça ve düşünmeden ifade etmek .
Toplantıda açtı ağzını yumdu gözünü, her şeyi açıkça söyledi ve hiçbir şeyi gizlemedi.
Adama benzemek: Gerçek bir insan gibi davranmak .
O davranışlarıyla adama benzemek gerekti, olgun ve sorumlu davrandı.
Adamdan saymak: Bir kişiyi değerli veya önemli olarak kabul etmek .
Yaptığı işler sayesinde artık adamdan sayılıyor, tüm ekip onun görüşlerine değer veriyor.
Adamına düşmek: Bir kişiye uygun davranmak veya onun isteklerine göre hareket etmek .
O, işini adamına düşmek için her zaman dikkatle çalıştı, tüm talepleri yerine getirdi.
âdet yerini bulsun diye: Geleneklerin ya da alışkanlıkların sürdürülmesi amacıyla yapılan şeyler .
Geleneksel törenler âdet yerini bulsun diye yapıldı, her şey kurallarına uygun gerçekleştirildi.
Adı batası: Bir şeyin veya kişinin adı anılmaktan hoşlanılmadığı .
O eski sorunu adı batası olarak nitelendirdi, konuşulmasını istemedi.
Adı batasıca: Olumsuz bir durum veya kişinin kötü bir üne sahip olduğunu ifade eder.
O işin adı batasıca, sonuçlar hiç de olumlu değil.
Adı bile okunmamak: Bir kişinin veya şeyin tanınmaması, bilinmemesi .
Eski ünlü kişi şimdi adı bile okunmamak durumda, kimse hatırlamıyor.
Adı çıkmış dokuza: Kötü bir üne veya isme sahip olmak .
O kişinin adı çıkmış dokuza bir türlü düzelmiyor, sürekli olumsuz bir üne sahip.
Akağa bir başına kalmak: Birinin yalnız kalması .
Toplantı sonunda akağa bir başına kaldı, diğer herkes ayrıldı.
Akıl akıl: Zeki ve mantıklı olmak .
O kişi akıl akıl davranıyor, her durumda iyi kararlar veriyor.
Akıl akıl sormak: Bilgi veya tavsiye almak için soru sormak .
Yeni proje hakkında akıl akıl sormak gerekti, deneyimli kişilerin görüşleri önemli.
Akıl almak: Tavsiye veya bilgi edinmek .
Karar vermeden önce akıl almak en iyisi, deneyimli kişilerin görüşleri faydalı olabilir.
Akıl vermek: Tavsiye veya öneride bulunmak .
O işi yaparken akıl vermek çok önemli, tecrübeli kişilerden yardım alınmalı.
Akıl almaz: Anlaşılması güç veya inanılmaz bir durumu ifade eder.
O kadar büyük bir değişiklik akıl almaz bir şeydi, herkes şaşkına döndü.
Akıl kârı değil: Bir şeyin mantıklı veya uygun olmadığını ifade eder.
O maliyetin bu kadar yüksek olması akıl kârı değil, bu durumda kâr sağlamak zor.
Akıl odası: Akıl ve mantığın kullanıldığı, düşünce süreçlerinin yoğunlaştığı yer .
Strateji geliştirmek için akıl odasına kapandılar, tüm detayları planladılar.
Akıl almaz: Olağanüstü, inanılmaz veya mantıksız olan şeyleri ifade eder.
O kararın sonuçları akıl almaz, herkes şaşırdı ve durumun nasıl geliştiğini anlayamadı.
Akıl havalesi: Bir şeyin ya da kişinin akıl dışı, mantıksız olduğunu ifade eder.
O olayın gelişimi akıl havalesi gibi, hiçbir mantık ya da düzen göremedik.
Akıl koymak: Düşünce ve mantık kullanarak çözüm bulmak .
Sorunu çözmek için herkesin akıl koyması gerekti, kolektif düşünme faydalı oldu.
Akıl kıskanmak: Birisinin zekasına ya da akıl yürütme yeteneğine özenmek .
O kişinin yetenekleri akıl kıskanmak derecesinde, herkes ona hayran kalıyor.
Akıl yaşta değil baştadır: Zekanın yaşla değil, kişinin düşünce tarzı ve deneyimiyle ilgili olduğunu ifade eder.
Genç yaşta olmasına rağmen o kadar bilgili ve deneyimli ki, akıl yaşta değil baştadır.
Akıl almaz bir iş: Olağanüstü veya anlaşılması güç bir iş veya durum .
O projenin sonuçları akıl almaz bir iş, hiç beklenmedik bir başarı elde edildi.
Akıl almaz bir olay: Sıra dışı ve inanılması zor bir olay .
O kadar tuhaf bir olay ki, akıl almaz bir olay olarak nitelendirildi, herkes şaşkın.
Akıl almaz bir sonuç: Beklenmedik ve anlaşılması güç bir sonuç .
Deneylerin sonucunda akıl almaz bir sonuç elde edildi, kimse tahmin edemedi.
Allah’ın izni, peygamberin kavli ile: Bir işin Allah’ın izniyle ve peygamberin öğütlerine uygun şekilde yapılması .
Düğünümüzü, Allah’ın izni peygamberin kavli ile bu yaz yapmayı planlıyoruz.
Allah’ın izni, peygamberin kavliyle: Yukarıdaki deyimle aynı anlamı taşır, sadece “ile” eki bitişik yazılır.
Yeni evimize taşınmayı Allah’ın izni peygamberin kavliyle gerçekleştireceğiz.
Allah’ını şaşırmak: Büyük bir şaşkınlık veya korku içinde olmak .
Köpek aniden karşısına çıkınca adam Allah’ını şaşırdı.
Allahsız tosbağa: Kötü, güvenilmez insanlara karşı küçümseyici bir ifade olarak kullanılır.
O Allahsız tosbağa yine ortadan kayboldu!
Allayıp pullamak: Bir şeyi olduğundan daha güzel veya cazip göstermek .
Bu eski arabayı allayıp pullayıp satmaya çalışıyorlar.
Alnı açık olmak: Bir kişinin şerefli ve onurlu olduğunu ifade eder.
Alnı açık bir şekilde savunmasını yaptı, yanlış bir şey yapmadığına inanıyor.
Alnı açık yüzü ak olmak: Hem onurlu hem de temiz bir geçmişe sahip olmak anlamındadır.
Projeyi alnı açık, yüzü ak bir şekilde tamamladım.
Alnı yere gelmek: Namaz kılmak veya ibadet etmek .
Uzun yıllar alnı yere gelmeyen adam, şimdi beş vakit namaz kılıyor.
Alnına yazılmış olmak: Kaderinde bir şeyin olacağı .
Bu iş alnına yazılmış, kaçamazsın!
Alt takımlar: Giysilerin alt kısımları ya da iç çamaşırları .
Valizine alt takımları da koymayı unutma.
Altı kapıya almak: Birini işten kovmak .
Patron geç kalan işçiyi altı kapıya aldı.
Altı kapıya bağlamak: Bir kişiyi işten atmak, işine son vermek .
Disiplin kurulunda konuştuktan sonra onu altı kapıya bağladılar.
Altın kesmek: Bir işin çok karlı hale gelmesi .
Bu arazi şimdiden altın kesmeye başladı.
Altın vuruş: Uyuşturucu bağımlıları arasında ölümcül son doz .
O, altın vuruş yapacağını söylediğinde çok korkmuştuk.
Altın yumurtlayan tavuk: Sürekli olarak kazanç sağlayan, değerli bir şey .
Bu şirket, tam anlamıyla altın yumurtlayan tavuk gibi, her yıl büyük kazanç getiriyor.
Altına kaçırmak: Korkudan veya utançtan dolayı idrarını tutamamak .
O kadar korkmuş ki neredeyse altına kaçıracakmış.
Altına yatmak: Bir sorumluluktan kaçmak, işin altında kalmamak .
Bu hatayı kabul etmek yerine, sürekli altına yatmaya çalışıyor.
Altında kalmak: Yapılan bir işin ağırlığını kaldıramamak, ezilmek .
Bu kadar sorumluluğun altında kalmam mümkün değil.
Altmış altı: Genellikle şaka yoluyla “çok geç” .
Sana ulaşmak için altmış altı kere aradım ama açmadın!
Altmış dokuz: Cinsel bir pozisyonu ifade eder.
Filmde sürekli altmış dokuz şakası yapıyorlar, biraz abarttılar.
Altta kalanın canı çıksın: Güçsüz olanın zarar görmesi gerektiği, rekabetin sert olduğu .
Bu piyasada altta kalanın canı çıksın, herkes kendi başının çaresine bakmalı.
Am budalası: Cinselliğe aşırı düşkün olan kişiyi ifade eder.
O adam her zaman am budalası gibi davranıyor, başka bir şey düşünmüyor.
Am pazarı: Ahlak dışı ilişkilerin yaygın olduğu yer .
Gece kulübü resmen am pazarı olmuş, giren çıkan belli değil.
Aman zaman dedirtmemek: Kimseye sıkıntı yaratmamak, şikayete neden olmamak .
Patron, bu projede kimseye aman zaman dedirtmemek için çok titiz davranıyor.
Ambar malı: Sahibi belli olmayan, herkesin kullanabileceği şey .
Bu eski eşyalar adeta ambar malı gibi herkes kullanıyor.
Amcık ağızlı: Güvenilmez, tutarsız konuşan kişi anlamında argo bir deyimdir.
O adam tam bir amcık ağızlı, hiçbir söylediğine güvenilmez.
Amerikan suyu: Cinsellikle ilgili performans artırıcı bir ilaç .
Bir arkadaşım Amerikan suyu diye bir şey kullanıyormuş, etkisini merak ediyorum.
Amfendi: Kibirli veya şımarık kişi anlamında kullanılan argo bir ifadedir.
O çocuk hep amfendi gibi davranıyor, kendini herkesten üstün sanıyor.
Amı götü dağıtmak: Bir işi çok karıştırmak, düzensiz hale getirmek .
Projeyi o kadar kötü yönetmiş ki resmen amı götü dağıtmış.
Amma da yaptın: Gereksiz yere abartılı bir davranış sergilemek .
Bir hata oldu diye bu kadar bağırman gereksiz, amma da yaptın.
Amorf olmak: Belirgin bir şekli veya yapısı olmayan, şekilsiz .
Heykelin formu çok amorf olduğu için neye benzediğini anlamak zor.
Amorti vurmak: Şans oyunlarında yatırılan paranın geri alınması .
Büyük ikramiyeyi kazanamadım ama en azından amorti vurdum.
Ana baba kuzusu: Ailesine aşırı düşkün, onların gözbebeği olan çocuk .
O tam bir ana baba kuzusu, ailesinden bir adım bile ayrılmaz.
Anan turp baban şalgam sen nereden çıktın gülbeşeker: Aile üyelerinden çok farklı olan bir kişiye şaşkınlıkla söylenen söz.
Ailenin diğer üyeleri oldukça ciddi insanlardı ama o, tam anlamıyla anan turp baban şalgam sen nereden çıktın gülbeşeker misaliydi.
Anasından doğduğuna pişman olmak: Çok büyük bir zorluk veya sıkıntı çekmek .
Borçlarını ödeyemeyince, resmen anasından doğduğuna pişman oldu.
Anladımsa Arap olayım: Bir durumu anlamadığını, kafasının karıştığını ifade etmek için kullanılır.
Bu karmaşık projeyi inceledim, ama anladımsa Arap olayım.
Arabanın tekerine çomak sokmak: İyi giden bir işi bozmak, engel olmak .
Tam işler rayına oturmuştu ki, birisi arabanın tekerine çomak soktu.
Arabasını düze çıkarmak: Zor durumdan kurtulmak, işleri düzene sokmak .
Sonunda borçlarını ödeyip, arabasını düze çıkardı.
Arabayı düze çıkartmak: Yukarıdaki deyimle aynı anlamdadır.
Zor bir dönem geçirdi ama arabayı düze çıkartmayı başardı.
Arada kalmak: İki taraf arasında seçim yapamamak, zor durumda kalmak .
İki arkadaşım kavga etti ve ben de arada kaldım, kime destek vereceğimi bilmiyorum.
Arafatta soyulmuş hacıya dönmek: Çok zor duruma düşmek, perişan olmak .
Bu kadar borçla adam Arafatta soyulmuş hacıya döndü.
Aralarında karlı dağlar olmak: İki kişi arasında büyük mesafelerin ya da engellerin olduğunu ifade eder.
Onların dostluğu bitti, artık aralarında karlı dağlar var.
Ardı arkası kesilmemek: Sürekli devam etmek, son bulmamak .
Taleplerin ardı arkası kesilmiyor, yetişmek mümkün değil.
Arifane ile: Bilgece, akıllıca .
Bu sorunları arifane ile çözmek en doğru yol olacak.
Arkası yere gelmemek: Sürekli galip gelmek, mağlup olmamak .
O kadar güçlü ki, arkası yere gelmedi bir kez bile.
Arkasından atlı kovalamak: Bir işi aceleyle yapmak, çok telaşlı davranmak .
Sabah evden çıkarken arkasından atlı kovalıyor gibi hareket ediyordu.
Arkasından sapan taşı yetişememek: Birinin yaptığı işlere ya da hızına yetişememek .
O kadar hızlı çalışıyor ki arkasından sapan taşı bile yetişmez.
Armut piş ağzıma düş: Hiç çaba göstermeden başarı beklemek .
Sen de hep armut piş ağzıma düş diyorsun, biraz çaba göster!
Armutun sapı var, üzümün çöpü var demek: En ufak kusurları bahane ederek bir şeyi beğenmemek .
Her zaman armutun sapı var, üzümün çöpü var diye eleştiriyorsun, biraz da pozitif bak.
Asılma depoya gider: Acele edilip yanlış karar verildiğinde sonuç kötü olur .
Sabırlı ol, çünkü asılma depoya gider, sonra pişman olursun.
Asker gibi: Disiplinli, düzenli .
O, her sabah erkenden kalkar, tam asker gibi hayat sürer.
Askıda kalmak: Bir işin sonuçsuz ya da belirsiz kalması .
Proje şimdilik askıda kaldı, ilerleyip ilerlemeyeceği belli değil.
Aslan ağzına girmek: Çok zor bir duruma düşmek .
Bu işe girerek adeta aslanın ağzına girdik.
Aslan payı: Bir işten ya da kardan en büyük payı almak .
Yapılan anlaşmada aslan payını patron aldı.
Astari yüzünden pahalı olmak: Bir şeyin maliyetinin beklenenden çok daha fazla olması .
Bu onarım işi astarı yüzünden pahalıya geldi, yenisini almak daha iyi olurdu.
Aşka düşmek: Aşık olmak .
Ona her baktığında aşka düşüyorum, hislerimi kontrol edemiyorum.
Aşüftelik etmek: Düzensiz, ahlaksız davranışlarda bulunmak .
Küçük bir sorun yüzünden aşüftelik etmeye gerek yok.
At izi it izine karışmak: İşlerin, durumların karışık hale gelmesi .
Son olaylardan sonra at izi it izine karıştı, kim haklı kim haksız belli değil.
Atbaşı gitmek: Eşit şekilde ilerlemek, yarışta başa baş gitmek .
İki takım maç boyunca atbaşı gitti, kazanan son anda belli oldu.
Ateş bacayı sarınca: İşler kötüleştiğinde, işler iyice çıkmaza girdiğinde kullanılır.
Sorunlar büyüdü ve ateş bacayı sardı, artık çözüm bulmak zor.
Ateş kesmek: Bir çatışmayı durdurmak .
Taraflar nihayet ateş kesti ve barış görüşmelerine başladı.
Ateş püskürmek: Çok sinirlenmek, öfkelenmek .
Patron toplantıda yaptığı hatalardan dolayı herkese ateş püskürdü.
Ateş yağdırmak: Şiddetli bir şekilde saldırmak .
Düşman mevzilere doğru ateş yağdırmaya başladı.
Ateşle oynamak: Tehlikeli bir işe kalkışmak .
Bu riskli yatırım, tam anlamıyla ateşle oynamak gibi.
Atıp tutmak: Gerçek dışı veya abartılı şeyler söylemek .
Hep atıp tutuyorsun, ama iş icraata gelince ortada yoksun.
Atma Recep din kardeşiyiz: Abartılı konuşan kişilere karşı, inanmadığını ifade etmek için kullanılır.
Bu kadar büyük başarılar elde ettiğini söylüyorsun, ama atma Recep din kardeşiyiz!
Attan inip eşeğe binmek: Daha iyi bir durumdan daha kötü bir duruma geçmek .
O işten ayrılıp bu işe girmesi, tam anlamıyla attan inip eşeğe binmek gibi oldu.
Avazı çıktığı kadar bağırmak: Çok yüksek sesle bağırmak .
Çocuk avazı çıktığı kadar bağırdı, ama kimse onu duymadı.
Avşar sağmak: Hile yapmak, başkalarını kandırarak menfaat sağlamak .
Bu adam herkesi avşar sağarak kendine çalıştırıyor.
Avşara gelmemek: Tuzaklara düşmemek, uyanık olmak .
Dolandırıcıların teklifine karşı çok dikkatli olmalısın, avşara gelme.
Avucunun içine almak: Birini tamamen kontrol altına almak .
Patron, çalışanlarını tamamen avucunun içine almış durumda.
Ay dedeye misafir olmak: Uyuyakalmayı, derin uykuya dalmayı ifade eder.
Gece film izlerken bir anda ay dedeye misafir oldum.
Ayağa düşürmek: Bir şeyi itibarsızlaştırmak, değerini azaltmak .
Marka değerini böyle kötü reklamlarla ayağa düşürdüler.
Ayağı alışmak: Bir yere veya duruma sürekli gelmeye, alışmaya başlamak .
Bir kere geldikten sonra ayağı alıştı, her gün uğruyor.
Ayağı yanmış it gibi dolaşmak: Çok endişeli ya da huzursuz şekilde oradan oraya gitmek .
Patronun tepkisini beklerken ayağı yanmış it gibi dolaşıyordu.
Ayağı yerden kesilmek: Araca sahip olmak, artık yaya olmamak .
Yeni araba alınca nihayet ayağı yerden kesildi.
Ayağına gitmek: Birinin ayağına kadar gitmek, onunla görüşmek için zahmet etmek .
İşleri konuşmak için ayağına gittim, ama yine de kabul etmedi.
Ayağına kara sular inmek: Uzun süre ayakta durmaktan çok yorulmak .
Bütün gün çalıştım, artık ayağıma kara sular indi.
Ayağını denk almak: Davranışlarına dikkat etmek, tedbirli olmak .
Patronun uyarısından sonra herkes ayağını denk aldı.
Ayağını yorganına göre uzatmak: Gelirine göre harcama yapmak .
Bu kadar borca girmek yerine ayağını yorganına göre uzat.
Ayağının altına karpuz kabuğu olmak: Birini tuzağa düşürmek, yanlış yapmasına sebep olmak .
Rakip firma ayağının altına karpuz kabuğu koydu, dikkatli olmalısın.
Ayağının bastığı yerde ot bitmemek: Bir kişinin gittiği her yerde sorun çıkması .
O adamın ayağının bastığı yerde ot bitmez, gittiği her yerde bir kavga çıkar.
Ayağının pabucunu başına giymek: Çok acele etmek, telaşla hareket etmek .
Son dakikada yetişmek için resmen ayağının pabucunu başına giydi.
Ayak sürümek: Bir işi isteksizce yapmak, yavaş davranmak .
Yeni projeye başlarken herkes ayak sürüyordu, ilerleme kaydedemedik.
Ayak yapmak: Hile veya tuzak hazırlamak .
Bu işi bozmak için yine ayak yapmaya çalışıyorlar.
Ayaklar altında kalmak: Değersizleşmek, itibar kaybetmek .
O kadar kötü yönetimle şirket ayaklar altında kaldı.
Ayakları birbirine dolaşmak: Acele ederken hata yapmak, tökezlemek .
Sahneye çıkarken heyecandan ayakları birbirine dolaştı.
Ayı postuna bürünmek: Tehlikeli ya da kaba biri gibi davranmak .
O, her ne kadar tatlı dilli olsa da bazen ayı postuna bürünüp korkutuyor.
Ayıya kaval çalmak: Anlamayacak, kavrayamayacak birine güzel bir şey anlatmaya çalışmak .
Onlara bu sanatı anlatmak, ayıya kaval çalmak gibi bir şey.
Ayıyı vurmadan postunu satmak: Bir işin sonucunu görmeden, erken davranmak .
Bu projeyi başarıyla bitirmeden önce kutlamalar yapmak, ayıyı vurmadan postunu satmak gibi olur.
Aynı tas aynı hamam: Bir durumun ya da şeyin hiç değişmemesi .
Yıllardır hep aynı sorunlar var, aynı tas aynı hamam.
Aynı telden çalmak: Aynı fikirde olmak, aynı düşünceleri paylaşmak .
Onlarla bu konuda aynı telden çalıyoruz, aynı fikirdeyiz.
Aynı yolun yolcusu: Aynı amaç ya da kaderi paylaşan kişiler için kullanılır.
Onlar aynı yolun yolcusu, hep birlikte aynı hedefe doğru ilerliyorlar.
Ayva piş ağzıma düş: Hiç çaba göstermeden başarı beklemek .
Sürekli ayva piş ağzıma düş diyorsun, biraz da çalışmayı denesen.
Ayvayı yemek: Zor durumda kalmak, başı derde girmek .
Hatalı rapor verince ayvayı yedik, şimdi işimizi düzeltmek zorundayız.
Az tamah çok ziyan getirir: Aşırı hırsın ya da açgözlülüğün zarar getirdiğini ifade eder.
Daha fazlasını istediler, ama az tamah çok ziyan getirdi ve kaybettiler.
Azara düşmek: Azarlanmak, uyarılmak .
Toplantıda hatalı sunum yapınca azara düştü.
Azrail ile burun buruna gelmek: Ölümle yüz yüze gelmek .
Trafik kazasında Azrail ile burun buruna geldi, ama şans eseri kurtuldu.
Azrail olmak: Birinin ölümüne sebep olmak .
O kazada sürücü adeta Azrail olmuş, herkesin hayatını tehlikeye atmıştı.
Azrail’e bir can borcu olmak: Ölümlü olmak, herkesin eninde sonunda öleceğini ifade eder.
Hepimiz Azrail’e bir can borçluyuz, bu dünyadan göçüp gideceğiz.
Azrail’in elinden kurtulmak: Ölüm tehlikesini atlatmak .
Hastanede uzun süre kaldı ama sonunda Azrail’in elinden kurtuldu.
Azraille burun buruna gelmek: Yukarıdaki deyimle aynı anlamdadır.
Kaza o kadar ciddiydi ki resmen Azraille burun buruna geldi.