Bir zamanlar, çok uzaklarda, cesur ve asil bir savaşçı olan Boğaç Han yaşardı. Cesareti, bilgeliği ve savaş yetenekleriyle tanınan Boğaç Han, birçok düşmanı yenmiş ve krallığına barış getirmişti.
Bir gün, ülkeye büyük bir karanlık çöktü. Dehşet verici bir canavar, krallığı çevreleyen bataklıktan çıkmıştı. Bu canavar, Bataklık Canavarı olarak biliniyordu ve kabuslardan fırlamış gibiydi. Dev yılanın vücudu, aslanın pençeleri ve kartalın kanatları vardı. Gözleri kötü bir ışıltıyla parlıyor, kükremesi ise mil öteden duyuluyordu.
Bataklık Canavarı, krallığı yıkıp köyleri ve hayvanları yok etmeye başladı. İnsanlar korkmuştu ve yardım için Boğaç Han’a başvurdular. Boğaç Han, bu canavarla yüzleşmeli ve dehşet hükümdarlığına son vermeliydi.
Kılıcı ve kalkanıyla donanmış olan Boğaç Han, Bataklık Canavarı’nı bulmak için yola çıktı. Yoğun sisin kapladığı ve zeminin tehlikeli olduğu bataklığa doğru ilerledi. Daha ilerledikçe, tuhaf ve fantastik yaratıklarla karşılaştı. Parıldayan pulları olan ejderhalar, altın boynuzları olan tek boynuzlu atlar ve hatta ormanın sırlarını fısıldayan konuşan ağaçlar vardı.
Ancak Boğaç Han, canavara ulaşmalı ve onu yenmeliydi. Uzun bir yolculuktan sonra, Bataklık Canavarı’nın mağarasına vardı. Canavar, yakından daha da korkunçtu, pulları loş ışıkta parlıyor, pençeleri keskin ve ölümcüldü.
Boğaç Han, böylesine korkunç bir düşmanı yenmek için akıllı olması gerektiğini biliyordu. Canavarın uyuduğu geceyi bekledi, sonra mağaraya sızdı. Tüm beceri ve gizliliğini kullanarak Bataklık Canavarı’na yaklaştı.